HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNDA İDARİ YARGI HAKİMLERİNİN DURUMU
NOT:Bu makale TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ DERGİSİ’nin114. sayısında ve Maliye ve Sigorta Yorumları Dergisi nin 274. sayısında yayımlanmıştır.
HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNDA
İDARİ YARGI HAKİMLERİNİN DURUMU
Osman ERMUMCU
2009
İÇİNDEKİLER
Sayfa
KISALTMALAR…………………………………………………………………………………………… ii
GİRİŞ…………………………………………………………………………………………………………… 1
- DEVLETİN SORUMLULUĞU…………………………………………………………………. 2
- DEVLET – İDARE AYRIMI………………………………………………………………………. 2
- İDARENİN SORUMLULUK HALLERİ……………………………………………………… 3
- KUSURSUZ SORUMLULUK…………………………………………………………………….. 3
- KUSUR SORUMLULUĞU…………………………………………………………………………. 4
- KAMU GÖREVLİLERİNİN SORUMLULUĞU………………………………………. 4
- İDARİ GÖREVLİLER……………………………………………………………………………….. 4
- YARGI MENSUPLARI……………………………………………………………………………… 5
- SAVCILAR……………………………………………………………………………………………….. 5
- HAKİMLER………………………………………………………………………………………………. 6
III. HAKİMLERİN SORUMLULUĞU…………………………………………………………. 8
- SORUMLULUK TARTIŞMASI…………………………………………………………………. 8
- SORUMLULUĞU KABUL EDENLER……………………………………………………….. 8
- SORUMLULUĞU KABUL ETMEYENLER………………………………………………. 10
- HAKİMLERİN SORUMLULUK TÜRLERİ………………………………………………. 11
- DİSİPLİN SORUMLULUĞU…………………………………………………………………….. 11
- CEZAİ SORUMLULUK…………………………………………………………………………… 12
- HUKUKİ SORUMLULUK……………………………………………………………………….. 13
- SORUMLULUK SEBEPLERİ…………………………………………………………………… 13
- HAKSIZ FİİL SEBEBİYLE………………………………………………………………………. 13
- YARGISAL FAALİYET SEBEBİYLE……………………………………………………….. 14
- HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU………………………………………… 15
- SORUMLULUĞUN KAPSAMI……………………………………………………………….. 15
- YEREL MAHKEME HAKİMLERİ……………………………………………………… 16
- YÜKSEK MAHKEME BAŞKAN VE ÜYELERİ………………………………….. 19
a- Anayasa Mahkemesi…………………………………………………………………………… 19
b- Yargıtay…………………………………………………………………………………………….. 20
c- Danıştay…………………………………………………………………………………………….. 20
d- Sayıştay…………………………………………………………………………………………….. 21
- SORUMLULUK SEBEPLERİ…………………………………………………………………… 21
- BAŞVURU USULÜ…………………………………………………………………………………. 23
- YETKİLİ MAHKEME……………………………………………………………………………… 25
- ADLİ YARGI HAKİMLERİ YÖNÜNDEN…………………………………………… 25
a- Yerel Mahkeme Hakimleri…………………………………………………………………… 25
b- Yargıtay Başkan ve Üyeleri…………………………………………………………………. 26
- İDARİ YARGI HAKİMLERİ YÖNÜNDEN…………………………………………. 27
a- Yerel Mahkeme Hakimleri…………………………………………………………………… 27
b- Danıştay Başkan ve Üyeleri…………………………………………………………………. 32
- DİĞER YÜKSEK MAHKEME HAKİMLERİ………………………………………. 33
- SONUÇ………………………………………………………………………………………………….. 34
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………………………… 36
KISALTMALAR
age : Adı geçen eser
agm : Adı geçen makale
AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
AYM : Anayasa Mahkemesi
BİM : Bölge İdare Mahkemesi
BK : Borçlar Kanunu
C : Cilt
E : Esas Numarası
HGK : Hukuk Genel Kurulu
HSK : Hakimler Savcılar Kanunu
HSYK : Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu
HUMK : Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
İYUK : İdari Yargılama Usul Kanunu
K : Karar Numarası
KT : Karar Tarihi
md : Madde
RG : Resmi Gazete
s : Sayfa
SK : Sayılı Kanun
Sy : Sayı
- : Ve benzeri
- : Ve devamı
YxHD : Yargıtay X Nolu Hukuk Dairesi
GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı; idari yargı hakimlerinin hukuki sorumluluğunun Türk pozitif hukukuna göre tespit ve tahlilinin yapılarak mevcut müessese ile ilgili eleştiri ve öneriler ortaya koymaktır.
Bu amaçla öncelikle çok genel olarak sorumluluk hukukunun özel hukuk ve kamu hukukundaki anlamı ve sınırları ortaya konulacaktır. Bilahare kamu görevlileri içinde hakimlik mesleği (görevi) tanımlanıp, genel kamu görevlisi kavramından farkı ve farklılıkları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Hakimlik mesleği tanımlandıktan sonra, hakimlerin; bu sıfatla icra ettikleri aktif veya pasif faaliyetleri sonunda, bu faaliyetlerden etkilenenlerin uğradığı zarar sebebiyle sorumlu tutulup tutulmayacağı konusu irdelenip lehe ve aleyhe görüşlere yer verilecektir. Bilahare, pozitif hukukumuza göre hakimlerin sorumluluk türleri belirlenip, hukuki sorumluluk hali ayrı başlık altında incelenecektir. Hakimlerin hukuki sorumluluğu incelenirken, idari yargı hakimliğini ayrıca ele alma olanağı bulunmamaktadır. Çünkü hakimlik sıfatı yönünden arada fark yoktur. Bu sebeple sorumluluk kavramı genel olarak hakimler yönünden ele alınacaktır. Sadece Yüksek Mahkeme hakimleri (özellikle Danıştay mensupları) yönünden konu ayrıca tartışılacaktır.
Nitekim, pozitif hukukumuzda net olarak düzenlenen (HUMK’da) şahsi sorumluluk sebepleri, başvuru usulü ve başvuruyu inceleyecek yetkili mahkemeler konusu incelenirken, idari yargı özel olarak ele alınacaktır. Çünkü, sorumluluk halleri sözkonusu olunca genel kabule göre adli-idari hakim ayrımı olmamakla birlikte, görevli mahkeme konusunda yasada boşluk veya belirsizlik olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada, mevcut duruma göre bazı tespitler yaptıktan sonra, çözüm önerileri getirilerek çalışmaya son verilecektir.
I. DEVLETİN SORUMLULUĞU
A. DEVLET – İDARE AYRIMI
İdare, Anayasamızda, Devlet’i oluşturan üç erk’ten, yürütme içinde yer almaktadır. Aslında, idarenin sorumluluğu denilince teknik anlamda bu organ akla gelmekte ise de; fiiliyatta, toplum nezdinde, idare, Devlet olarak algılanmaktadır. Bu sebeple, Anayasada ve yasalarda düzenlenen, idarenin sorumluluğuna ilişkin hükümler, gerçekte ve doğurduğu netice itibariyle, Devlet dediğimiz tüzel kişiliğin sorumluluğunu ifade etmektedir.
Devletin sorumluluğunun anayasal temeli, Anayasanın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi (dolaylı ilke) ve 40/3. md. ile 125. maddelerinde düzenlenen (doğrudan ilke) ilkelerdir. Buna göre: Hukuk devleti, hukuki kurallara kendisi de uyan devlettir. Dolayısıyla hukuka aykırı olarak taraflara verdiği zararı tazmin etmek herkes gibi devlet için de uyulması zorunlu bir kuraldır.
Ancak Devletin sebep olduğu zarardan sorumlu tutulabilmesi için bu dolaylı kurala da gerek bulunmamaktadır. Çünkü AY 40/3, 125/son ve 129/4. maddeleri, zaten açıkça Devletin (idarenin) sorumluluğunu düzenlemektedir[1]. AY’nın 40/3. maddesinde “Devletin” sorumluluğundan, 125/son ve 129/4. maddesinde ise “idarenin” sorumluluğundan söz edilmektedir. Bu sebeple, 40/3. maddede düzenlenen hükümden hareketle, hakimlerin hatalı kararları sebebiyle uğranılan zararın Devletten tazmin edilip edilmeyeceğini tartışmak 125/son ve 129/4. maddelere göre daha uygun bir zemindir. Çünkü 125/son ve 129/4. md. açıkça idareden söz etmektedir. Oysa hakimler, kesinlikle idarenin hiçbir yerinde olmadıkları gibi idarenin çalışanı-ajanı da değildirler. Ancak Devlet kavramı, yargı da dahil tüm resmi kişi ve kurumları kapsar. Yasama, yürütme ve yargı, Devlet’in üç erkidir. Bu sebeple resmi görevlilerin işlemleri sonucu Devletin sorumluluğundan söz edilebilir. Ancak bu hükümde tereddüt yaratan ifade “haksız işlemler”dir. Hakimlerin yargısal faaliyeti burada ifade edilen “işlemler” kavramı içerisinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılabilir. Kanaatimizce Anayasanın bu hükmünde düzenlenen tüm devlet görevlilerini kapsayan bir sorumluluktur. Çünkü, yasa maddesinin konuyu “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı altında düzenlemiş olması yanında, Anayasa koyucunun kullandığı “Devletçe tazmin edilir” ifadesi ve “Devlet” kelimesi bilinçli bir tercihtir. Nitekim, AY 125/son maddesinde “idarenin” sorumluluğundan söz edilmiştir. Bu sebeple, AY 40/3 md. uyarınca, Devletin yargı organlarının faaliyetleri sebebiyle de tazmin sorumluluğu olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak bu konuyu ele alan bir kanuni düzenleme olmadığı gib sorumluluğun muhatabı olacak bir kurum da yoktur. Buna rağmen AY 90. md. delaletiyle AİHS 6. ve 13. maddeler uygulanarak Devletin (Maliye Hazinesinin) sorumluluğunun olabileceği kanaatindeyiz.
B. İDARENİN SORUMLULUK HALLERİ
İdarenin sorumluluk unsurları doktrin ve yargı kararlarıyla ortaya konulmuştur. Buna göre idarenin iki tür sorumluluğu vardır[2].
1. KUSURSUZ SORUMLULUK
Bu sorumluluğun sözkonusu olması için, idarenin bir kusurunun tespiti gerekmez. İdarenin zarara sebep olan faaliyetinin doğal olarak bünyesinde-işleyişinde potansiyel bir tehlike taşıyor olması gerekir. Anılan faaliyetin gerektirdiği tüm kurallara uyulsa ve tüm tedbirler alınsa dahi bir zarara sebep olabilir. Örneğin büyük barajlar, atom santrali, uçak işletmeciliği, nükleer enerji faaliyetleri her zaman bir risk unsuru içerirler.
Kusursuz sorumluluk ilkesine “risk”, “adalet”, “hakkaniyet”, “kamu yükümlülüklerinde eşitlik”, “nesafet”, “hasar”, “tehlikeli işlerle iştigal” gibi kavramlardan hareketle varılmaktadır[3].
2. KUSUR SORUMLULUĞU
Hizmet kusuru da denilen bu sorumluluk idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zarardan kusurlu olması halinde ve kusuru oranında sorumlu olması halidir.
“Hizmet kusuru” kavramı Fransız hukukundan Türk hukukuna geçmiş bir kavramdır. İlk kez ortaya çıkışı Fransız Uyuşmazlık Mahkemesinin 8 Şubat 1873 tarihli “Blanco” kararıyla oluşmuştur. O tarihe kadar kamu görevlilerinin eylemlerinden dolayı devletin sorumluluğu cihetine gidilemiyordu[4].
Hizmet kusuruna dayalı olarak idarenin sorumluluğu üç sebepten kaynaklanabilir:
ê Hizmetin hiç işlememesi,
ê Hizmetin geç işlemesi,
ê Hizmetin kötü işlemesi.
Yine idareyi bu sebeplerden birisiyle sorumlu tutabilmek için:
► Hizmet kusuru hallerinden birini oluşturan idari bir eylem veya işlem olmalı,
► İdari eylem veya işlem sonucu zarar (maddi veya manevi) oluşmalı,
► Hizmet kusuru ile zarar arasındaki illiyeti kesen bir başka hal olmamalı,
► Ayrıca manevi zarar için, işlem veya eylemin, muhatabında derin elem ve üzüntüye yol açması ve buradaki hizmet kusurunun “ağır” olması gerekir. Her hukuka aykırı işlem hizmet kusuru oluşturur, ancak “ağır” hizmet kusuru oluşturmaz.
II. KAMU GÖREVLİLERİNİN SORUMLULUĞU
A. İDARİ GÖREVLİLER
Anayasada düzenlenen kuvvetler ayrılığı ilkesi her ne kadar Devlet gücünü üç ana kola ayırmış (yasama-yürütme-yargı) ise de; kamu görevlileri denilince ( İdari görevliler /Yargısal görevliler şeklinde) ikili bir ayrım sözkonusu olmaktadır.Tabiki bu ayrıma göre askeri personeli de idare içinde kabul etmek gerekir.
Kamu görevlisi deyince ilk akla gelen idare birimlerinde görev yapan memurlardır. Çünkü, yasama organının asli unsurunu oluşturan milletvekilleri; asli ve sürekli kamu hizmeti görmemektedirler. Ancak yasama organında kadrolu, sürekli görev yapan görevliler de vardır. Bunlar ise idari görevli personeldir.
Devlet faaliyeti içinde asli ve sürekli kamu hizmeti gören bir başka görevli grubu ise yargı mensuplarıdır. Ancak bunlar yürütme organı dışında yer almaktadırlar.
İdari görevlilerin sorumluluğu temelinde Anayasanın 129/5. md. yer almaktadır[5]. Buna göre kamu görevlisinin yetkilerini kullanırken verdiği zararlar sebebiyle açılacak tazminat davaları ancak idare aleyhine açılabilir. Bunun yanında, kamu görevlilerinin; yetkileri dışında işledikleri haksız fiilleri sebebiyle, şahsi sorumluluk ilkelerine göre sorumlu olup, doğrudan kendileri aleyhine de dava açılabilecektir.
Devlet memurlarının görevleriyle ilgili mali sorumluluklar, 657 sayılı yasanın 12. ve 13. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre; 12. maddede “memurun idareye verdiği zararın tazmini”, 13. maddesinde ise “memurun diğer kişilere verdiği zararın tazmini” ilkeleri düzenlenmiştir.
B. YARGI MENSUPLARI
1. SAVCILAR
Savcılık mesleği AY’da hakimlerle birlikte 140. maddede tanımlanmış olup, 139. maddede de hakimlerle aynı teminat altına alınmıştır. Savcıların görevlerinin “idari” mi, yoksa “yargısal” nitelikli mi olduğu konusunda öğretide ve yargı kararlarında hakim olan görüş, savcıların faaliyetlerinin “kazai olmayıp”, “idari” olduğu yolundadır[6].
Savcılar her ne kadar, fiiliyatta adliye bünyesinde görünseler de yargısal faaliyete iştirak etseler de, hakimlerle aynı kanuna (2802) tabi olsalar da, yaptıkları görev ağırlıklı olarak yargılamaya ilişkin olmayıp idari bir görevdir. Bu sebeple görevleri sebebiyle hukuki sorumlulukları yukarıda belirttiğimiz kamu görevlileri gibidir. 2802 Sayılı Kanun 5. md. uyarınca, “hakim ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlı” olup, bu sebeple neden oldukları zarar sebebiyle, Adalet Bakanlığı’na karşı dava açılır. Bunun yanında diğer kamu görevlileri gibi kişisel kararlarıyla sebep oldukları zararlar, genel haksız fiil hükümlerine göre tazmin olunur.
Savcıların bir kısım görevlerinin ise yargısal olup olmadığı tartışmalıdır. Bu tartışmada; yargısal görevli olduğu görüşünü benimsesek dahi savcıların HUMK 573 vd. maddelerinde düzenlenen sorumluluk sistemine dahil olmadığının kabulü gerekir. Çünkü anılan hükümlerin düzenlendiği 10. Bab’ın başlığı “Hakimlerin mesuliyeti” olup, 573. maddede de “hakim ve icra reisi…” olarak ifade edilmektedir. Buna göre anılan hükümler, “yargı mensuplarının” değil “hakimlerin” sorumluluk sistemiyle ilgilidir. Bu sebeple savcılar her durumda bu hükümlerin dışında olup, ya genel kamu görevlilerinin sorumluluğuna ya da şahsi sorumluluğa tabidirler.
Savcıların (idari) faaliyetlerinden doğan zarar için, hizmet kusuruna dayanarak, Adalet Bakanlığı’na karşı idare mahkemesinde bir tamyargı davası açılabilir. Bundan başka, savcıların (idari) faaliyetlerinden doğan zarar kişisel kusura dayanmakta ise savcılara karşı haksız fiil hükümlerine göre (BK md.41 vd.) adalet mahkemelerinde tazminat davası açılabilir[7].
2. HAKİMLER
Yukarıda da değinildiği üzere hakimlik mesleği, savcılarla birlikte AY.’nın 139. ve 140. maddelerinde düzenlenmiş ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda yasal ilkelere bağlanmıştır. AY’nın 139. maddesinde Hakimlik ve Savcılık teminatı düzenlenmiş olup, Hakimlik ve Savcılık mesleğinin görev tanımı ve görev alanı 140. maddede düzenlenmiştir.
Bu maddenin konumuzla ilgili kısmı ise 5. fıkrada düzenlenmiştir. Buna göre, “Hakimler ve Savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlıdırlar”. Bu hüküm uyarınca, her iki meslek grubu için de idari görevleri yönünden sorumlu merci Adalet Bakanlığı’dır. Bir başka ifadeyle, yukarıda idari görevlilerin sorumluluğu için geçerli olan AY’nın 129/5. md. hükmü burada da geçerlidir. Bu hüküm gereği; hakim ve savcıların idari yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarından doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ancak idare (Adalet Bakanlığı) aleyhine açılabilir.
Bunun yanında, hakimlerin şahsi fiilleri sebebiyle, verdikleri zararlardan dolayı BK. 41. md. uyarınca sorumlu olmasına engel bir hal bulunmamaktadır. Hakimlerin yargısal görevleri sırasında meydana gelen zararlardan sorumluluk halleri ve şekli ise esas çalışma konumuz olan HUMK’da özel olarak düzenlenmiştir. Gerek AY’da gerekse 2802 SK.’da ortak hükümler içerisinde yer almalarına rağmen, yargısal faaliyet sebebiyle sorumluluk konusunda hakimler ve savcılar birlikte düzenlenmemiştir.
Bu bağlamda, hakimlerin sorumluluğunun, diğer kamu görevlilerinden farklı olarak mesleki faaliyet sebebiyle özel hükümlere tabi olduğunu vurgulamak gerekir. Hakimler, 2802 Sayılı Kanunda görev alanları net olarak belirlendiği üzere Adli ve İdari yargı hakimleri ve ayrıca kendi yasalarında görev alanları belirlenen askeri hakimlerden oluşmaktadır.
Hakimlerin görev alanları farklılık gösterse de sorumluluk yönünden aynı ilkelere tabidirler. Özellikle de, esas çalışma konumuz olan ve HUMK’da düzenlenen “hukuki sorumluluk” hükümlerinde “Hakimler”den sözedilmekte olup, yasal olarak “hakim” sıfatını taşıyan tüm kamu görevlileri bu hükümlere tabidir. Durumu tartışmalı olanlar ise Yüksek Mahkeme mensuplarıdır.
İleride ayrıntılı olarak ele alacağımız tek farklılık ise; sorumluluk sebebiyle yargılamayı yapacak mahkeme yönündendir. Çünkü HUMK’da görevli-yetkili mahkeme belirlenirken, adli yargı teşkilat şeması esas alınmış olup, diğer hükümler yönünden bu husus belirsiz ve tartışmalıdır. Yukarıda; yasada sadece “hakimler”den sözedildiği için yasal olarak “hakim” sıfatı taşıyan herkes için bu kuralların geçerli olduğunu belirtmiş idik.
Aksi bir görüşe göre ise, İYUK ve Danıştay kanununa göre HUMK’nun 573. vd. maddelerine atıf olmadığı için kıyasen bu madde hükümlerinin idari yargı mensuplarına uygulama imkanı olmadığı, bu nedenle müstakilen sorumluluğa giden ve HUMK 573. vd. maddelerinde düzenlenen tazminat davasının idari yargı mensupları hakkında uygulama alanı bulunmadığı, bu davaları çözümlemeye görevli ve yetkili bir mahkemenin bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak İYUK tarafından HUMK’a yapılmış bir atıf bulunmamasına rağmen, bu görüşün temel gerekçesinin aksine, ilk derece idari yargı hakimleri için açılan tazminat davalarında Yargıtay kendisini görevli saymaktadır[8].
III. HAKİMLERİN SORUMLULUĞU
A. SORUMLULUK TARTIŞMASI
1. SORUMLULUĞU KABUL EDENLER
Hakimlerin “yargısal faaliyetleri” sırasında kasten ya da ihmalkar davranışları sonucu davanın taraflarından birine yahut her iki tarafa zarar vermeleri halinde hukuki (mali) sorumluluğu olup olmayacağı hususu tarihi süreç içinde hep tartışılır olmuştur. Zira “yargılama” sözcüğü “büyüleyici” bir sözcüktür. “Yargılamak” bir kudrettir. Bu kudret dinsel açıdan Tanrıya has bir kudret ve kuvvettir[9].
Hakimler, Anayasanın 138,139 ve 140. maddeleri uyarınca, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Mahkemelerin bağımsızlığı ve akimlik teminatı genel olarak, hakimin hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, objektif karar verebilmesini sağlamaya dönük müesseselerdir. Bu sebeple hakimler, bazı teminat mekanizmaları ile her türlü maddi, manevi baskıdan uzak tutulmaya çalışılmıştır. Ancak bu sebep bile, hakimlerin mutlak olarak, keyfince yarılama yapıp, kararlar verebileceği anlamına gelmemektedir. Aksi takdirde hakim bağımsızlığı zamanla hakim keyfiliğine dönüşür. Hukuk devleti ilkesinin deforme olmuş hali olan hakim devletine geçilmiş olur. Öte yandan millet adına yetki kullanılarak yapılan her faaliyetin, yargı denetimine açık olması hukuk devletinin gereğidir. Hükümler yargı yetkisini, ilahi bir kudret adına değil, milletin ortak kabulü ile (Anayasal yetki) millet adına kullanmakta olup, millete karşı sorumlu da olması işin tabiatına da uygundur. Ancak sorumluluk yolunun çok katı şekil koşullarına bağlanması gerekir. Çünkü,nasıl ki sınırsız-sorumsuz bir hakimlik müessesesi keyfilik yolunu açar ise, basit bir sorumluluk müessesesi de tutuk ve çekingen, korkak bir hakim sınıfının oluşmasına yol açar. Bu durumda hakimlerin verdikleri kararlardan sorumluluğu esas olmakla birlikte, hakimi taciz müessesesine dönüşmeyecek şekli ve katı bir usule tabi olmalıdır.
Bu yöndeki bazı görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
“Hakimlerin görevlerinde bağımsız ve bazı teminatlara sahip olmaları onların görevlerinde mutlak bir serbestiye sahip olmaları ve görevlerinden dolayı hiçbir sorumlulukları olmadıkları şeklinde anlaşılamaz. Hakimlerin görevlerinde bağımsız ve bazı teminatlara sahip olmaları hukuk devletinin varlığı için ne kadar zorunlu ise, onların fiillerinden dolayı sorumlu tutulmaları da hukuk devletinin yaşaması bakımından o derece zorunludur[10].”
Bir başka görüş ise; “hakimin her kusurundan değil, ağır kusuru sebebiyle sorumlu tutulması gerektiğini, vazifesini ifa için bilmesi zaruri olan veya gözü önüne konan hukuki mefhumlara önem vermemesi neticesi olan zarardan sorumlu tutulmasının adalet icabından olduğunu” ileri sürmektedir[11].
Hakim sorumluluğunun gerekli olduğu yönündeki bir başka görüşe göre de “hakimler de birer ‘kamu görevlisi’dir. Her kamu görevlisi gibi görevlerinden dolayı, görevlerinin sebep ve etkisiyle olduğu gibi görevleriyle bağlantılı olmayan kişisel kusurlarıyla verdikleri zararların tazmininden sorumlu olmaları ‘hukuk devleti’ olmanın asgari koşuludur. Hukuka saygılı, insana sırf insan olduğu için değer veren toplumlarda bunun aksi düşünülemez.[12]”
2. SORUMLULUĞU KABUL ETMEYENLER
Başta İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya olmak üzere pek çok ülkede bir dönemler “Kral Asla Hata Yapmaz!” (The King Can Do No Wrong) deniyordu. Burada kamu görevlilerinin hukuk dışına taşan işlem ve eylemleri nedeniyle sorumluluktan bağışık kılınma durumu, kralın kolu olarak görülen yargıçlar için de geçerliydi[13]. Yargıcın kararından dolayı sorumluluğu gerçekten de son derece duyarlı bir konudur. Kasden yanlış karar verme durumu hariç, yargıcının kararlarından dolayı yaptırımla yüz yüze kalması bağımsızlığı konusunda çekinceler yaratır. Bu nedenle ölçü ve dengenin çok iyi kurulup korunması gerekmektedir[14].
Doktrinde de hakimlerin sorumluluğunun olmaması gerektiği değişik gerekçelerle savunulmaktadır. Orhan Özdeş’e göre, “Diğer kamu hizmetlerinin aksine hakimlerin vermiş oldukları kararlar ve yargılama faaliyetlerinden dolayı sorumlu tutulmamaları ana kuralı teşkil etmektedir. Halbuki hakimlerin adalet hizmetindeki yargılama faaliyetleri sebep gösterilerek hizmet kusuruna dayanılmak suretiyle Devletin sorumlu tutulmasına ve tazminat davası açılması cihetine gidilemez. Bu husus kamu hukukunda genel kuralı teşkil eder. Aksi takdirde hakimin çözümlediği davayla kusuru olduğu iddia edilebilir. Karardan memnun olmayan taraf veya taraflar hakimin şahsi veya hizmet kusuru olduğunu iddia ederek hakim aleyhine veya Devlet aleyhine tazminat davası açabilirler. Bu durum ise yargı hizmetinin işlemesini imkansız hale getirebilir.”[15]
Yine bir başka görüşe göre hakimin sorumsuzluğu kabul edilmese de en azından özel bir düzene bağlı tutulmak gerekmektedir. Bu düşünceye göre, “Yargıcın, kararlarında çekinmemesi ve duraksamaması, böyle bir ruhsal durum ile tarafsızlığını bozmaması, yalnız hukuka bağlı kalarak adil karar vermesini sağlamak, sorumluluğunu özel bir düzene bağlı tutma zorunluluğu vardır.”[16]
Bu düşüncelerin ortak yönünü şu şekilde ifade etmek mümkündür: Nasıl ki, sınırsız sorumsuz bir hakimlik müessesesi keyfilik yolunu açar ise basit bir sorumluluk müessesesi de tutuk ve çekingen, korkak bir hakim sınıfının oluşmasına yol açar. Bu durumda hakimler verdikleri her kararda aleyhlerine tazminat davası açılacağı kaygısını taşır. İtiraz, temyiz, kesin hüküm müesseseleri anlamsızlaşır. Hakim kendi aleyhine tazminat yoluna başvurulacağını hissettiği taraf lehine meyledebilir. Tüm bu sakıncaların bertaraf edilmesi hakimin sorumlu tutulması gereklerinden daha önemlidir. Aksi takdirde, bağımsız yargı ve hakimlik teminatlarının anlamı kalmaz[17].
Sonuç olarak, her iki görüşün de haklı ve güçlü yönleri olmakla birlikte, hakim sorumluluğunun gerekli olduğu, ancak bu müessesenin hakimi baskı altında tutma yoluna dönüşmemesi için katı koşullara bağlanması gerektiğini düşündüğümüzü belirtmek gerekir.
B. HAKİMLERİN SORUMLULUK TÜRLERİ
1. DİSİPLİN SORUMLULUĞU
Disiplin sorumluluğu, hakimin disiplin cezasını gerektiren bir fiilinden dolayı idare hukuku esaslarına göre bir disiplin cezasına mahkum edilebilmesidir[18]. Hakimler, netice itibariyle bir kamu görevlisi olup, elbette yaptıkları görevin uyulması gereken kuralları vardır. Bu kuralların varolma sebebi; hakimleri başka kişi veya kurumların denetimi altına almak olmayıp, yine hakimlik mesleğinin en iyi şekilde icra edilmesini sağlamaya dönüktür. Bağımsızlık yarısal faaliyet ve karar neticesiyle ilgili olup, bağımsızlığın keyfiliğe dönüşmemesi için önceden belirlenen meslek kurallarına uygun davranmak gerekir. Aksi takdirde, her bir hakimin kendi doğrularına göre meslek icrası söz konusu olur. Bu da hakimlik mesleğinde bir belirsizlik hatta güvensizlik yaratır. Bunu önlemek için, hakimler için özel yasalarında, uyulması gereken meslek kuralları ve uyulmaması halinde uygulanacak disiplin cezaları belirlenmiştir.
Hakimlerin hangi disiplin suçlarından dolayı, hangi disiplin cezalarının nasıl verileceği HSK. Md. 62-81’de ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Ancak, hakimler hakkında disiplin soruşturması yapılması ve onlara disiplin cezası verilmesi yetkisi HSYK’na aittir[19]. Ancak burada hemen şunu belirtmek gerekir ki, her ne kadar disiplin cezası verme yetkisi HSYK’na ait ise de, bu ceza ile ilgili süreç, hakim bağımsızlığı yönünden tehlike arzetmektedir. Çünkü HSYK’nun bir sekretaryası ve teftiş kurulu bulunmamaktadır. Bu görevi, yürütmenin içinde yer alan Adalet Bakanlığı’na bağlı Personel Genel Müdürlüğü ve Teftiş Kurulu Başkanlığı yerine getirmektedir. Dolayısıyla hakimler üzerinde soruşturma baskısı yaratan güç esas itibariyle Adalet Bakanlığı’dır. Bakanlığa bağlı olan Teftiş Kurulunun (müfettişlerin) görevi sadece disiplin soruşturması yapmak olmayıp, yargı yerlerinin işleyişini iki yılda bir denetler ve rapor hazırlarlar. Bu teftiş esnasında muttali olduğu suçlara da el koyabilir. Dolayısıyla tüm hakimlerde bir teftiş sendromu oluşmasına, dolayısıyla Teftiş Kurulunun bağlı olduğu Bakanlığa karşı aşırı bir çekingenlik ve ürkekliğe yol açar. Buna rağmen, Teftiş Kurulunun Adalet Bakanlığı’na bağlı olmasını sağlayan hükümlerin AY’ya aykırı olduğu iddiasını Danıştay ciddi bulmamıştır[20].
2. CEZAİ SORUMLULUK
Hakimlerin hukuki sorumluluğu olmalı mı, olmamalı mı hususu tartışmalı olsa da, cezai sorumluluğu konusunda bu tartışmanın olduğu söylenemez. Çünkü suç işleyen kişilerin, bu suç göreviyle dahi olsa cezasız kalması düşünülemez. Bu sebeple, hakimler de görevleri ile ilgili suç işlerlerse soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulurlar. Ancak, diğer kamu görevlileri gibi, hakimlerin de görev suçlarından dolayı soruşturulmaları 2802 sayılı yasanın 82. maddesinde özel bir usule tabi tutulmuştur[21]. Hakimler ile Cumhuriyet Savcılarının görev suçlarından doğrudan yani izin alınmadan savcılar yada zabıta tarafından soruşturma yapılması mümkün değildir. Bu tür bir suçun işlendiği haber alınınca ancak yitirilmesinden korkulan ve gecikme halinde zarar doğacak deliller toplanabilir[22].
Netice itibariyle hakimler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması Adalet Bakanlığı’nın iznine tabidir. Soruşturma, yasada öngörülen usule göre yapıldıktan sonra evrak Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilir. Bunun üzerine Bakanlıkça evrakın değerlendirmesi yapılarak disiplin işlemi veya ceza kocuşturması için dosya ilgili mercilere gönderilir veya işlemden kaldırma kararı verilir. Yine hakimlerle ilgili, dava açılma usulü ve yetkili mahkeme 2802 sayılı yasada (82-92 md.lerde) belirlenmiştir.
3. HUKUKİ SORUMLULUK
Hakimlerin yargısal görev yaparken sebep oldukları zararlardan dolayı, diğer kamu görevlilerinin aksine herhangi bir idari birim (Bakanlık veya HSYK gibi) aleyhine değil doğrudan şahısları aleyhine dava açılır. Çünkü hakim yargısal faaliyeti herhangi bir idare adına değil, doğrudan ve bağımsız olarak kendisi yürütmektedir. Hakimlerin şahsi sorumluluğunun iki şekli mevcuttur. Öncelikle hakimin, yargısal faaliyet esnasında haksız fiil olarak nitelendirilebilecek fiilleri sebebiyle Borçlar Kanunu’nun 41. md. uyarınca tazmin sorumluluğu vardır. Buna göre hakim aleyhine genel hükümlere göre dava açılır. Bir de esas inceleme konumuz olan hakimin yargısal faaliyeti esnasında HUMK’nun 573. maddesinde sayılan 7 fiil sebebiyle sorumluluğu vardır. Buna göre sorumluluk doğması için HUMK 573. md.de tahdidi olarak sayılan 7 fiilden birinin sabit olması ve yine 573 ve devamı maddelerde belirlenen usule göre dava açılması gerekmektedir.
C. SORUMLULUK SEBEPLERİ
1. HAKSIZ FİİL SEBEBİYLE
Yargılama sırasında yargıcın taraflara yönelik “haksız fiil” niteliği taşıyan tutum ve eylemleri kişisel sorumluluk doğurur ve bu BK 41. md. kapsamında değerlendirilir[23]. Bunun yanında hakimlerin idari faaliyetlerinden doğan zarar için hizmet kusuruna dayanarak Adalet Bakanlığı’na karşı idare mahkemesinde bir tamyargı davası açılabilir. Bundan başka, hakimin idari faaliyetinden doğan zarar kişisel kusuruna dayanmakta ise, hakime karşı haksız fiil hükümlerine (BK md. 41 vd.) göre adliye (hukuk) mahkemelerinde tazminat davası açılabilir[24]. Hakimler, yargısal görevlerinde herhangi bir hiyerarşik bağlantı içinde bulunmadıklarından artık “amir” ya da “emrin yerine getirilmesi” ya da “hizmet kusuru” gibi kavramlara yabancıdır. Hakim şayet kasten ya da ağır ihmalle davanın tarafına zarar vermişse bu halde “haksız fiil”de bulunmuş demektir ve sorumluluğun kaynağı da Borçlar Kanunu’nun md. 41 vd. hükümleridir[25]. Buradaki sorumluluk halinin, hakimin idari veya yargısal faaliyetinden kaynaklanabileceği anlaşılmaktadır. Ancak her iki durumda da ağır ve şahsi bir kusur sözkonusu olmalıdır. Yargısal faaliyet esnasındaki fiilin ise HUMK 573. md.de sayılanlar dışında bir fiil olması gerekmektedir. Çünkü, talebin anılan fiillerden birisine dayalı olması halinde dayanılan kanun ve başvuru-karar usulü ve hatta yetkili mahkeme değişebilecektir.
2. YARGISAL FAALİYET SEBEBİYLE
Kamu hizmetinde bulunan her görevli gibi bazı hallerde hakimlerin de sorumlu olacağı HUMK’nun 573’üncü maddesinde kabul edilmiştir. Buradaki hukuki sorumluluk, hakimin yargılama ve önündeki davayı çözümleyerek hüküm verme faaliyetleri ile ilgilidir[26].
Yargısal görev esnasında bazı fiiller sebebiyle hakimlerin sorumluluğu, HUMK’nun 573. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümler, hakimlerin görevi sebebiyle tazmin sorumluluğunu düzenlemiş olup, görevin hassasiyeti sebebiyle genel hükümlerden ayrı özel olarak düzenlenmiştir. Bu özel düzenlemenin gerekliliği bir Yargıtay kararında şu şekilde ifade edilmiştir:[27] “Bu hükümler, hakimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla yasaya konulmuştur. Gerçekten hakimlerin hukuki sorumlulukları nedenine dayanan davalar özel usul ve müeyyidelere bağlanmadığı takdirde ilgililerce kötüye kullanılarak hakim hakkında red sebepleri ihdas edilmesi kolaylaşacak, mahkemelerin gereği gibi çalışmasın ve adaletin selametle dağıtılmasına halel gelebilecektir. Bu itibarla sözkonusu özel hükümler hem meydana gelecek zararlı durumu düzeltip tamir etmek, hem de haksız davaları önlemek amacıyla kabul edilmiştir.”
Bu kararda; hakimlerle ilgili özel düzenleme getirilerek, hakimlik mesleğinin zaafa uğramasının önüne geçilmek maksadıyla bir düzenlemenin getirildiği ifade edilse de, aslında bu güvencenin tam oluşturulduğu da söylenemez. Çünkü, görevle ilgili kamu görevlileri hakkında getirilen güvence hakimlerin hukuki sorumluluğunda mevcut değildir. Cezai sorumlulukta,her kademede memur için bir üst amirin izni gerektiği halde (4483 Sayılı Yasa), yine hakimlerin cezai sorumluluğu için izinle soruşturma ve kovuşturma açılabildiği halde hukuki sorumlulukta doğrudan dava açılabilmektedir. Bu ise, her ne kadar bazı şekli koşullara bağlansa da, hakimi görev esnasında tedirgin etmeye yetecek bir baskı unsurudur. Bunun bertaraf edilmesi için, hukuki sorumlulukta da önceden üst yargı organlarından (veya kıdemli hakimliklerden) izin alınmasının faydalı hatta gerekli olduğu düşünülmektedir.
IV. HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
A. SORUMLULUĞUN KAPSAMI
Hakimlerin sorumluluğunun düzenlendiği HUMK’nun onuncu babının ilk maddesi olan 573. maddede sorumluluk sebepleri belirtilirken, madde “Hakim ve icra reisi aleyhine…” şeklinde başlamaktadır. Eğer Yasanın lafzı ile yetinecek olursa bu sorumluluk türünün sadece özel hukuk hakimleri ile icra hakimlerini kapsadığını düşünebiliriz. Çünkü, düzenleme özel hukuk yargılama usulüne ilişkin kanunda yapılmıştır. Ancak; yasanın düzenleniş amacı ve hükümde “hakim” ifadesi kullanıldığı için, yasanın amaçladığı kapsamın tüm hakimlere ilişkin olduğu sonucuna varılabilir. Madde “hakim” diye başlamışken aslında “ve ceza reisleri” şeklinde ikinci bir belirlemeye gerek bulunmamaktadır. Şu durumda anılan hüküm, yasal anlamda “hakim” olan herkesi kapsamaktadır. Hakimlerin kimler olduğu ise öncelikle AY’da belirlenmiştir. AY 140. md. göre hakim tabirine; adli ve idari yargıda görev yapan hakimler girmektedir. Yine AY 145. md. uyarınca da, askeri yargıda görev yapan hakimler de bu tanım kapsamındadır. Ancak AY’da yüksek yargı da düzenlenmiş olmakla birlikte bu kapsama girip girmediği tartışmalıdır.
Baki Kuru’ya göre[28], “HUMK md. 573-576 hükümleri (genel-özel) bütün hukuk mahkemeleri hakimleri, icra tetkik mercii hakimleri, ceza hakimleri ve idari yargı hakimleri hakkında uygulanır.
3533 Sayılı Mecburi Tahkim Kanunu’na göre hakem sıfatıyla hareket eden hakimlere karşı da, HUMK md. 573-576’ya göre tazminat davası açılabilir.
Askeri mahkemeler hakimlerine karşı da HUMK md. 573-576 hükümlerine göre tazminat davası açılabilir.”
Ahmet Kılıçoğlu’na göre de[29] “Maddede kullanılan hakim tabirine kimlerin girdiğini tayin etmek gerekir. Kanun hakimin vazifesini tarafsızlık ve iç huzuru ile ifa edebilmesi için onun sorumluluğunu, özel bazı şartlara tabi tutmuştur. Bu nedenle hakim olarak vazife gören her şahsın bu sorumluluk hükümlerine tabi olması gerekir. Buradaki hakim tabirine, ticaret mahkemesi, tapulama mahkemesi, iş mahkemesi; kadastro ve toprak mahkemesi hakimleri gibi hukuk hakimlerinden başka ceza hakimleri de girer. İcra hakimlerinin de kanunumuzun sarahati karşısında buraya gireceğinde şüphe yoktur.”
Öncelikle tüm idari ve adli yargı hakimlerinin bu müessese kapsamında olduğu ihtilafsızdır. Askeri yargıda görev yapan meslekten hakimlerin de bu kapsama dahil olduğu kabul edilmektedir. Ancak Yüksek Mahkeme hakimlerinin (Danıştay-Yargıtay) kapsama dahil olup olmadığı tartışmalı olup, bu husus alt başlıklarda değerlendirilecektir.
1. YEREL MAHKEME HAKİMLERİ
Hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin özel düzenleme olan HUMK 573. md.de konu kapsamı “Hakim ve icra reisi aleyhine…” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre, hukuki sorumluluğun kapsamına giren (muhatabı olan) “hakimler”in (ve icra reisinin) kimler olduğunu ortaya koymak gerekir.
Anayasamızda yargı erki üçüncü bölümde düzenlenmiş (138 vd. maddeler) olup, 140. maddede hakimler ve savcıların adli ve idari yargı hakim ve savcısı olarak görev yapacağı düzenlenmiştir. Yine aynı maddede; hakimlerin her tür görev koşulları, hak ve sorumluluklarının teminatlarının kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Yasanın 145.maddesinde de askeri yargı yerlerine yer verilmiş olup, askeri hakimlerin özlük işleri ve görev şekillerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.
Bu hükümlerden hareketle çıkarılan 2802 Sayılı Kanun ile, sivil yargıda görev yapan hakimlerin (ve savcıların) statüleri düzenlenmiştir. Bir diğer yerel mahkeme türü olan askeri mahkemeler ve burada görev yapanların statüleri ise 353 sayılı Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu ile 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kanunu’nda düzenlenmiştir.
2802 sayılı yasanın 1. maddesinde kanunun amacı: adli ve idari yargı hakim ve savcılarının hak ve ödevleri ile Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri ile diğer mali, sosyal hak ve yardımlarını düzenlemek olarak belirlenmiştir. Kanunun 2. maddesinde ise kanunun kapsamı ifade edilirken; kanunun adli ve idari yargı hakimleri ve savcıları hakkında uygulanacağı, Yüksek Mahkeme başkan ve üyeleri yönünden ise, 1/b bendinde sayılan özlük hakları yönünden uygulanacağı belirtilmiştir. Kanunun 3/a. md. ise hakim tanımı net olarak tarif edilmiş olup, buna göre: adli ve idari yargıda görev yapan mahkeme başkan ve üyelerini, hakimleri, Yargıtay, Danıştay tetkik hakimlerini ve Adalet Bakanlığı’nda idari görevlerde çalışan hakimleri kapsamaktadır. Kanunun ekinde yer alan 1 ve nolu cetvellerde ise; adli ve idari yargı hakimlerinin sınıf ve dereceleri ile, buna karşılık gelen görev unvan türleri belirlenmiştir. Bu cetvele göre de, hakim tanımı 3/a maddede belirtilen görevleri yapan yerel mahkeme hakimlerinden ibarettir.
Bu belirlemeye göre, HUMK 573. md.de belirtilen “Hakim” tanımına 2802 sayılı yasada tanımlanan yerel mahkemelerde görevli hakimler ile, Danıştay, Yargıtay tetkik hakimleri ve Adalet Bakanlığı’nda idari görev yapan hakimler girmektedir. Adli mahkemelerin teşkilat yapısı göz önüne alınınca, icra hakimleri de bu tanımın içinde yer almakta olup, HUMK 573. md.de “hakimler” ibaresinin yanında bir de “icra reisi” ibaresine yer verilmesinin sebep ve özelliği bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında, sorumluluk kapsamına yerel mahkemelerde (İstinaf ve Bölge İdare Mahkemeleri dahil) görev yapan tüm hakimlerin girdiği tereddütsüzdür. Yerel mahkemeler içinde değerlendirebileceğimiz askeri mahkeme hakimlerine de kısaca değinmek gerekirse;
Bir görüşe göre: “…yerel mahkemelerde (Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları ile Ordu, Kolordu, Tümen, Tugay ve Sıkıyönetim Komutanlıkları nezdlerindeki askeri mahkemeler) yargı görevi yapan askeri hakimler de her şeyden önce ‘Türk Ulusu adına’ yargılama yapan (AY md. 9 ve 138 vd.) birer ‘hakim’ olduklarından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu md. 573 kapsamında bir eylemleri olduğunda haklarında tazminat davası açılabileceğinde duraksama ve kuşku bulunmamaktadır.” [30] Bu görüşe göre; askeri mahkemelerde görev yapan subay üyelerin de katıldıkları karar ve hükümler yönünden 573. md. kapsamındadırlar. Eğer, yasanın lafzı dikkate alınırsa “hakim” tabirinin sadece meslekten hakimleri ifade ettiğini kabul etmek gerekir. Ancak, yasanın amacı dikkate alınıp, yargılama faaliyeti yapanların bu görevi tedirgin olmadan yapmaları için güvence getirildiği düşünülürse; yasal olarak yargılama görevi yapan herkes bu kapsamda yer alır.
Nitekim, bu doğrultuda, Kuru; 3533 sayılı Mecburi Tahkim Kanunu’na göre hakem sıfatıyla hareket eden hakimlere karşı da, HUMK md. 573-576’ya göre tazminat davası açılabileceğini ifade etmektedir[31]. Askeri yargı içinde yer alan bir diğer mahkeme ise Disiplin Mahkemeleri olup, burada görev yapan yargı heyeti muvazzaf subaylardan (1 başkan üye) oluşmaktadır. Aydınalp’e göre; Disiplin Mahkemesi başkan ve üyelerinin de 573. md. kapsamındaki hukuki sorumluluk davasında “davalı” sıfatını alabileceklerinde kuşku ve duraksama olmamak gerekir[32].
2. YÜKSEK MAHKEME BAŞKAN VE ÜYELERİ
a- Anayasa Mahkemesi
Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ve üye profili Anayasanın 146.md.’de “II- Yüksek Mahkemeler” bölümünde düzenlenmiştir. Anayasada AYM üyelerinin “hakim” olduğuna dair doğrudan bir düzenleme veya ifade yer almamaktadır. Ancak AYM’nin yargı erkinin düzenlendiği üçüncü bölümünde, Yüksek Mahkemeler başlığı altında düzenlenmesi, üyelerinin de “hakim” sayılması için yeterlidir. Ayrıca, AY 147. md.’de üyeliğin sona erme sebepleri arasında “…hakimlik mesleğinden çıkarmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi” sayılmış olup, bu ifade ile AY’nın, AYM üyelerini hakimlik mesleği içinde telakki ettiğini göstermektedir. Bu sebeple AYM başkan ve üyelerini de HUMK 573. md.kapsamında kabul etmek gerekir. Ancak burada sorun, AYM ile birlikte tüm Yüksek Mahkeme başkan ve üyelerine karşı hangi mahkemede dava açılacağının belirsiz olmasıdır. Çünkü yasada, adli yargının yerel mahkeme hakimleri esas alınarak yetkili-görevli mahkemeler belirlenmiş olup, Yüksek Mahkeme hakimleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır.
Yüksek Mahkeme hakimleri yönünden yetkili mahkeme konusunda farklı görüşler vardır. Kılıçoğlu bu görüşleri iki grupta toplamaktadır. “Bazı yazarlara ve mahkeme kararlarına göre Yargıtay başkan ve üyeleri aleyhine açılacak olan tazminat davalarında yetkili ve görevli mahkeme Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesidir.” Kuru’ya ait olan diğer bir görüş tarzına göre ise, “kanunda Yargıtay başkan ve üyelerinin hukuki sorumluluğu hakkında bir hüküm bulunmaması bu kimseler aleyhine tazminat davası açılma yasağı sonucunu doğurmaz. Bu gibi davalarda Yargıtay 4.HD’nin görevli sayılması ve bu dairenin kararlarına karşı da HGK’nun temyiz mercii olarak kabul edilmesi gerekir.”[33] Buradaki her iki görüşün de zayıf noktası mevcuttur. Birinci görüşün zaafı; Yüce Divan’da vatandaşın doğrudan dava açma yetkisinin olmaması ve özellikle AYM başkan ve üyelerinin aynı zamanda Yüce Divan’ı oluşturmalarıdır. İkinci görüşün zaafı ise; yasanın açıkça düzenlemediği usulle ilgili bir hususun kıyas yolu ile düzenlemesidir. Ayrıca Yargıtay 4. HD başkan ve üyelerine karşı nerede dava açılacağının belirsizliğidir.
Bize göre uzun vadede çözüm, yetkili mahkeme konusunun yasada yeniden düzenlenmesi, kısa vadede çözüm ise; kıyas yoluyla da olsa yetkili bir merci belirlenmesidir. Çünkü aksi takdirde, sorumluluğu kesin olan ancak, dava açılacak merci bulunamadığı için sorumsuz olan bir kamu görevlileri sınıfı yaratılmış olur. Bu ise, AY’nın hak arama özgürlüğü ve sadece Cumhurbaşkanının sorumsuz olduğu ilkesiyle bağdaşmaz.
b- Yargıtay
Yargıtay başkan ve üyelerinin hukuki sorumluluğu bulunduğu konusunda görüş birliği mevcut değildir. Ancak Yargıtay başkan ve üyelerinin “hakim” sıfatı tartışmasız olduğuna göre, HUMK 573.md. kapsamında olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim, bu konuda aksi yönde 2797 sayılı Yargıtay kanununda da bir düzenleme bulunmamaktadır. Hatta 2797 sayılı kanundan önce, yetkili mahkeme konusu belirsiz iken, 2797 sayılı kanun ile bu belirsizlikte giderilmiştir. Kanunun 13/2 ve 15/3.md. göre yetkili merci Yargıtay HGK’dur. Ancak bu sefer HGK kararlarının nerede temyiz edeceği hususu tartışmalıdır.
c- Danıştay
Anayasanın, yargı erkinin düzenlendiği bölümde 155. md.’de Danıştay düzenlenmektedir. Maddenin son fıkrasında “Danıştay’ın kuruluşu, işleyişi…hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” hükmü yer almaktadır. Gerek bu hükümler, gerekse 2575 sayılı Danıştay Kanunu gereği Danıştay başkan ve üyelerinin hakim olduğu konusu tereddütsüzdür. Nitekim 2575 sayılı kanunun 4. md. uyarınca “Danıştay Başkanı, Başsavcısı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeler Yüksek Mahkeme hakimleri olarak… görev yaparlar”.
Bu sebeple, Danıştay başkan ve üyelerinin de “hakim” sıfatları sebebiyle HUMK 573. md. kapsamında olduğunu kabul etmek gerekir. Diğer Yüksek Mahkemelerde olduğu gibi burada da davanın hangi mahkemede görüleceği hususu tartışmalıdır.
d- Sayıştay
Sayıştay’ın yaptığı işin, yargısal olup olmadığı ve kurumun bir Yüksek Mahkeme olup olmadığı tartışmalıdır. Sayıştay da AY’da yargı erkinin düzenlendiği kısımda düzenlenmiştir. Ancak icra ettiği görevin, yargısal olduğunu söylemek güçtür. AY 160. md. 1.f.’sına göre kararlarına karşı idari yargı yoluna başvurulamaz. Ancak 2. f. uyarınca da vergi, benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ve Sayıştan kararları arasında ihtilaf olursa Danıştay kararı esas alınır.
Sonuç itibariyle mevcut Anayasa ve yasa hükümleri esas alındığında Sayıştay başkan ve üyelerinin de yargısal faaliyetleri nedeniyle davanın taraflarına verdikleri zararlardan dolayı md. 573 vd. maddelerindeki koşulların da gerçekleşmesi durumunda “davalı hakim” olabileceklerini kabul etmek gerekmektedir[34].
B. SORUMLULUK SEBEPLERİ
Yukarıda hakimlerin hukuki sorumluluğu konusundaki tartışmaları dile getirirken, hakimin sıradan bir sorumluluğa tabi olmasının; tedirgin, ürkek bir hakim sınıfı oluşmasına yol açacağı görüşüne yer vermiş idik. Bu çekincelerden hareketle, hakimlerin sorumluluğu HUMK 573 ve devamı maddelerde düzenlenirken gerek sorumluluk sebepleri gerekse müracaat şekilleri katı şekil koşullarına bağlanmıştır.
Nitekim HUMK 573. md.’de, sorumluluk halleri tahdidi olarak 7 madde halinde sayılmıştır. Buna göre, hakim aleyhine sadece şu hallerde dava açılabilir:[35]
1- Hakimin iki taraftan biri ile olan dostluk veya düşmanlık dolayısıyla diğer taraf aleyhine kanuna ve adalete aykırı bir hüküm veya karar vermiş olması,
- Tecil veya tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olan bir kanun hükmüne aykırı şekilde karar vermiş olması,
- Yargılama tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanarak hüküm verilmiş olması,
- Yargılama tutanakları ile kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmeyen bir sözün hüküm ve kararı etkileyecek şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş olması,
- Hakimin verilen veya sağlanan veya vaad olunan bir menfaat dolayısıyla kanuna aykırı şekilde hüküm vermiş olması,
- İhkakı haktan istinkaf olunması,
- Hakimin memuriyet görevini yapmakta ihmal ve terahi (üşenme-gevşeklik) göstermesi veya kanuna göre verilen emirleri makul bir sebep olmaksızın yapmaması[36],
sorumluluk halleri tahdidi olarak belirlendiğinden, net olarak sayılan fiiller dışında başka fiiller veya benzer fiiller sebebiyle sorumluluk sözkonusu olamaz.
HUMK md. 573’te düzenlenmiş bulunan sorumluluk halleri “kusura dayanan” sorumluluk halleridir[37].
Hakime karşı açılacak tazminat davası, haksız fiilden (BK md. 41 vd.) dolayı tazminat davasına çok benzer. Bu nedenle, yukarıda incelenen sebeplerden birine dayanarak hakime karşı tazminat davası açılabilmesi için, tazminat talebinde bulunan davacının hakimin fiilinden dolayı bir zarar görmüş olması ve bu zarar ile hakimin fiili arasında uygun bir illiyet bağı bulunması gerekir. Tazminat davası BK md.60’a göre bir yıllık zamanaşımına tabidir[38]. Aydınalp’e göre de; hakimin sorumluluğunun kabul edildiği tüm hallerde “kusur” mevcuttur. Davanın veya yargılamanın cereyanı sırasında hakimin kasti olmayan pek hafif ihmalinden sorumluluğunun kabulü kanunun amacı ve lafzıyla bağdaşmaz[39].
C. BAŞVURU USULÜ
Bu davalar da niteliği itibariyle aslında bir tazminat davası olup, tazminat davasının açılması usulüne tabidir. Ancak bu davalarda, davalının hakim olması ve mesleki faaliyeti sebebiyle dava açılıyor olduğundan, katı şekil şartlarına bağlanmıştır. Katı şekil şartının sebebi ve bu koşulların kamu düzenine ilişkin olduğu hususu Yargıtay HGK’nun 03.04.1974 gün ve 178/322 sayılı kararında şu şekilde vurgulanmıştır: “Yargıçların sorumluluğuna ilişkin özel usul hükümleri 573. maddedeki ağır iddiaların dayanaksız ve hukuk dışı amaçlarla ileri sürülerek onların kamu önündeki saygınlıklarının zedelenmesini önleyici, aynı zamanda görevlerini huzur içinde yapmalarını sağlayıcı kurallardır. Bu bakımdan, kamu düzeninin koruma amacını gütmesi nedeniyle yargılamanın her aşamasında bu hususun mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulması gerekir.”[40] Bu şekil koşulları her ne kadar, hakimlere getirilen ek bir güvence gibi görülse de aslında mesleğin hassasiyeti ile orantılı bir güvence değildir.
Hakimler aleyhine açılacak tazminat davalarının diğer tazminat davalarından farklı usul ve esaslara bağlanmasının nedeni, onların yaptıkları yargısal faaliyetleri nedeniyle devamlı surette aleyhlerine dava açılması riskinin varlığıdır. O nedenledir ki hakimler aleyhine öyle herkesin gelişigüzel dava açarak hırpalanmalarını önleyecek yasal düzenlemeler zorunlu görülmüştür[41]. Tüm bu hassasiyetlere ve risklere rağmen, şekil koşullarına dikkat eden herkes her zaman hakimler aleyhine tazminat davası açabilir. Çünkü, bunun için bir izin sistemi getirilmemiştir. Tüm kamu görevlileri için istisnalar dışında görev suçları sebebiyle ceza soruşturması yapılması ön izin gerektirdiği halde, hakimler hakkında açılacak tazminat davalarında bu veya buna benzer bir ön eleme sistemi öngörülmemiştir. Kötü niyetli kişileri nisbeten caydırabilecek tek unsur ise; davacının haksız çıkması halinde para cezası verilecek olması ve hakim lehine tazminata hükmedilecek olmasıdır.
Bu bağlamda, hakimler aleyhine açılacak tazminat davasının şekli koşullarına bakacak olursak:
► Dava, bir dilekçe ile açılır. Dilekçede diğer davalarda olduğu gibi tarafların ad-soyad ve adresleri belirtilir.
► Dilekçede, tazminat talebine sebep olan davanın ve hakimin sorumluluğunu gerektiren fiilin özeti yer almalıdır.
► Tazminat sebebi olan davaya ait duruşma tutanağı ile yazılı delillerin ve tanık listesi dilekçeye eklenmelidir.
► Talep edilen tazminatın nelerden ibaret olduğu belirtilmelidir.
► Delillerin açıkça belirtilmesi ve yazılı delillerin dilekçeye eklenmesi gerekir.
► Tanıkları varsa, tanık listesinin dilekçeye eklenmesi gerekir.
► Dava 573. maddenin 6. bendi uyarınca açılmışsa (hakkı yerine getirmekten kaçınma) hakime önceden noterden ihtar edilmesi ve bu belgenin dilekçeye eklenmesi gerekir.
Bu şekil şartlarının varlığı, mahkemece resen dikkate alınır. Eğer bu hususlarda bir eksiklik görülürse dilekçenin reddine karar verilir. Ancak anılan eksiklikler giderilerek dava yenilenebilir. Bir başka önemli ayrıksı husus ise; davacı davasından vazgeçse de yargılamaya devam olunur. Dava vekil aracılığıyla açılıyorsa, vekaletnamede özel yetki aranır. Bu eksikliğin sonradan giderilmesi dava dilekçesinin reddini önleyemez. Ancak Kuru’ya göre, müvekkil sonradan bu işleme onay vermişse davaya devam edilmesi gerekir. Fakat Yargıtay karşı görüştedir[42]. Davanın esastan reddi halinde hakim lehine tazminata hükmolunur. Ancak, dava dilekçesinin usulden reddi halinde para cezasına ve hakim lehine tazminata hükmedilmez. Diğer tazminat davalarından farklı olarak, bu davada feragat geçerli sayılmaz. Yine dava görevden reddedilirse hakim, görevli mahkemede davanın devamını isteyebilir. Dava reddedilirse, davacıya beşyüz liradan beşbin liraya kadar ceza verilir. Ayrıca hakimin talebine gerek kalmadan hakim lehine tazminata hükmolunur.
Bu özellikler dışında mahkeme, tazminat davasını normal bir eda davası gibi inceleyip karara bağlar[43].
D. YETKİLİ MAHKEME
1. ADLİ YARGI HAKİMLERİ YÖNÜNDEN
a- Yerel Mahkeme Hakimleri
Hakimlerin hukuki sorumluluğu konusunda buraya kadar açıklanan hususlarda adli yargı-idari yargı hakimleri yönünden farklılık bulunmamaktadır.
Ancak, davanın açılacağı mahkemenin belirlendiği HUMK 573. md. adli mahkemeler ve hakimler dikkate alınarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemede de 26.09.2004 gün ve 5236 sayılı yasa ile Bölge Adliye Mahkemeleri dikkate alınarak yeni düzenleme yapılmıştır. Ancak bu düzenleme henüz yürürlüğe girmediğinden (Kasım 2009); ve de şu ana kadarki belirsizliğin sebebi olduğundan mevcut düzenlemeye göre konu incelenecektir.
HUMK 575/2. md.’de dava açılacak görevli mahkemeler silsile yoluyla belirlenmiştir. Buna göre:
► Sulh hakimlerine karşı bulundukları ilçedeki asliye hukuk mahkemesinde,
► İlçelerdeki asliye hakimleri ve icra hakimlerine karşı ilçenin bağlı bulunduğu vilayet asliye hukuk mahkemesinde,
► Vilayet asliye hakimleri hakkında tazminat davası, esas davanın tabi bulunduğu Yargıtay dairesinde açılır. Yani, hakimin tazminatı gerektiren fiil işlediği asıl dava sonucunda verilen hükmün temyiz inceleme mercii olan Yargıtay Hukuk Dairesinde açılır[44].
Ancak, yasada ağır ceza hakimlerine karşı açılacak tazminat davasına nerede bakılacağı düzenlenmemiştir. Hatta yasada sulh hakimi – asliye hakimi ifadelerine yer verilmiş olup, bunları ceza ve hukuk olarak kabul etmek gerekir. Bu durumda, vilayet asliye ceza hakimlerine karşı da esas davanın görüleceği temyiz davasında dava açılması gerekir. Ancak Yargıtay’ın 1931 tarihli İçtihadı Birleştirme kararı ile; vilayet asliye ve ağır ceza hakimlerine karşı 4. HD.’de dava açılabileceği belirlenmiştir[45]. Aslında bu kararla yasa lafzı hilafına il asliye ceza hakimlerine karşı esas davanın tabi olduğu Yargıtay Ceza Dairesi yerine 4. HD. belirlenmiştir. Yasanın lafzına bağlı kalınırsa il asliye ceza hakimine karşı ilgili Yargıtay Ceza Dairesinde dava açılması gerekir. Bu sefer de, bir özel hukuk ihtilafı olan tazminat davası ceza dairesine yönlendirilmiş olur ki, bu da dairelerin uzmanlık ve görev paylaşımıyla bağdaşmaz.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere yasa, görevli mahkemeyi belirlerken sadece Adli Yargı yerel mahkemelerinin teşkilat şemasını esas almıştır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, yetkili mahkemeyi belirleyen HUMK 575/2.md. 5236 sayılı kanun ile değiştirilmiş olup, henüz yeni fıkra yürürlüğe girmemiştir. 26.09.2004 gün ve 5236 sayılı kanunla değişen HUMK 575/2.md.şu şekildedir: “İlk derece mahkemelerinde görev yapan hakimler hakkında tazminat davaları bölge adliye mahkemesi hakimleri hakkında ise Yargıtay’ın ilgili hukuk dairesi tarafından incelenerek karara bağlanır.”
Bu düzenleme, adli yargı yönünden konuyu daha sadeleştirmiş olmakla birlikte, gerek idari yargı hakimleri gerek Yüksek Mahkeme başkan ve üyeleri, gerekse askeri yargı hakimleri yönünden bir çözüm içermemektedir.
b- Yargıtay Başkan ve Üyeleri
Yargıtay başkan ve üyeleri aleyhine nerede dava açılacağı, hatta HUMK 573. md. kapsamında olup olmadıkları tartışmalıdır. Örneğin Kuru’ya göre: “HUMK 573. maddesindeki ‘hakim’ deyimine Yargıtay başkan ve üyeleri de dahildir. Bizde hakimler (hakimlik) üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmak üzere dört sınıfa ayrılır. Yargıtay başkan ve üyeleri birinci sınıf hakimleri teşkil eder. HUMK md. 573’te birinci sınıf hakimlerle diğer hakimler arasında bir ayrım yapılmadığına göre, HUMK md. 573’teki ‘hakim’ deyimine birinci sınıf hakimler olan Yargıtay başkan ve üyelerinin de dahildir.”[46] Ancak Özdeş’e göre, “bu maddede Yüksek Hakimlerden yani Yargıtay başkan ve üyeleri ile Danıştay başkan ve üyelerinden bahsedilmemektedir.”[47] Yargıtay HGK’da Yargıtay başkan ve üyelerine karşı HGK’nda doğrudan doğruya tazminat davası açılabileceğini ilke olarak benimsemiş fakat dava dilekçesi HUMK 575’teki şartları kapsamadığı için dava dilekçesinin reddine karar vermiştir[48].
Yargıtay başkan ve üyeleri aleyhine açılacak tazminat davalarına bakacak mercii ise 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 13/2 ve 15/3. md.’lerinde belirlenmiştir. 13/2. md.’de Yargıtay’ın görevleri sayılırken “…görevden doğan tazminat davalarına… ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak” denilmiş ve 15/3. md.’de; Yargıtay Genel Kurulu’na verilen davaları ilk mahkeme olarak görmek genel kurulların görevleri arasında sayılmıştır. Bu hükümlerden hareketle, Kuru; HUMK 573-576. md. hükümlerine göre HGK’da tazminat davası açılabileceğini ileri sürmektedir[49]. Ancak Yargıtay HGK bir kararında; Yargıtay başkan ve üyeleri hakkında Yüce Divan tarafından cezai sorumluluğa hükmedilmeden doğrudan HGK’da tazminat davası açılamayacağına hükmetmiştir[50].
Bizce de Yargıtay başkan ve üyeleri de, “hakim” tanımı içinde yer alıp, HGK’da aleyhlerine dava açılabilir.
2. İDARİ YARGI HAKİMLERİ YÖNÜNDEN
a- Yerel Mahkeme Hakimleri
İdari Yargı 1982 tarihine kadar tek dereceli mahkeme olan Danıştay’dan ibaret idi. 1982 yılında kabul edilen 2575-2576 ve 2577 sayılı yasalarla yerel mahkemeler faaliyete geçmiş olup adli yargıya paralel bir yargı kolu oluşmuştur. Yerel mahkemeler:
– İdare Mahkemeleri
– Vergi Mahkemeleri
– Bölge İdare Mahkemeleri’dir.
Ancak Bölge İdare Mahkemeleri, ilk derece mahkeme olmayıp, Yerel Mahkemeler ile Danıştay arasında bir nevi İstinaf Mahkemesidir. Bu üç mahkemede görev yapan hakimler ise 2802 sayılı yasa kapsamında “hakim” olup, HUMK 573. md. kapsamında oldukları tereddütsüzdür. Ancak, HUMK 575/2.md.’de görevli mahkemeler belirlenirken idari yargı hakimlerinin durumu belirlenmemiştir. Bu belirsizliğe, “yasanın yürürlük tarihinde idari yargının yerel mahkeme hakimleri bulunmadığı” açıklaması getirilebilir. Ancak HUMK’nun 575/2.md.’si 26.09.2004 gün ve 5236 sayılı kanunla değiştirilip, bölge adliye mahkemelerine göre yeniden düzenlenirken de idari yargı yönünden bir belirleme yapılmamıştır. Bu ise, idari hakimlerin 573. md. kapsamında girmeyeceği görüşüne haklı bir dayanak oluşturmaktadır. Çünkü, idari hakimlerin sorumluluğunu kabul etmekle birlikte yasa lafzı esas alınınca görevli mahkeme bulunmamaktadır. Bu boşluk ise; doktrin ve yargı içtihatlarıyla doldurulmaktadır. İncelememizin ana temasını da bu husus oluşturmaktadır.
Yasada, benzer bir boşluk adli yargı mahkemeleri için de sözkonusu iken, Yargıtay içtihadı birleştirme kurulu kararı ile yetkili mahkeme belirlenmiştir[51]. Bu karar ile, yasadaki düzenleme dışında il asliye ceza mahkemesi hakimi aleyhine 4. HD’de dava açılabileceğini hükme bağlamıştır. Aslında bu konuda yasada boşluk yoktur. Yasa “il asliye hakimi”ni düzenlemiş olup, buna ceza hakimi de dahildir. Ancak, bu durumda davanın, esas davaya bakacak temyiz dairesi olan bir ceza dairesinde açılması gerekir. Ceza mahkemeleri ve ceza daireleri ise müstakil tazminat davasına bakamayacağı için içtihadı birleştirme kararı ile görev 4. HD’ne verilmiştir.
Adli yargı için esas boşluk ağır ceza hakimleriyle ilgilidir. Yasada ağır ceza hakimlerine karşı nerede dava açılacağı düzenlenmemiştir.
Yargıtay çok daha yeni bir kararında il ağır ceza mahkemesi başkanı aleyhine açılan tazminat davasının Yargıtay 4. HD’nde görüleceğini karara bağlamıştır[52].
Bu örneklerden hareketle, yasada düzenlenmeyen idari yargı hakimlerine karşı nerede dava açılabileceği yorum yoluyla belirlenebilir. Burada yapılan aslında yorum mudur, yoksa kıyas mıdır bunun sorgulanması bizi çözümsüzlüğe götürür. Çünkü Özdeş’e göre, “kamu nizamına taalluk eden görev ve yetki meselesini ise kıyas yoluyla halline de hukuken imkan bulunmamaktadır.”[53] Bu düşüncenin devamı ise, “içtihatla hiçbir mahkeme görevi dahilinde olmayan bir davaya bakmakla mükellef kılınamaz.”[54] Bu düşünce bizi, HUMK 575/2. md.’de düzenlenmeyen hakimlere karşı dava açılamayacağı sonucuna götürür ki, bu da AY’nın 10.md.’de düzenlenen eşitlik ilkesi, 36. md.’de düzenlenen hak arama hürriyeti (adil yargılanma hakkı) ile bağdaşmaz. Bu sebeple, yazılı en üst normlara öncelik vererek, 575/2. md.’de düzenlenmeyen “Hakim”lere karşı nerede dava açılacağının yorum (veya kıyas) yoluyla belirlenmesini “ehveni şer” kabul etmemiz gerekir. Çünkü, “kıyas,yorum veya içtihatla görevli mahkeme belirlenemez” ilkesi ihlal edilmekle birlikte, hem sorumlu olmayan bir hakim kitlesi yaratılmasının önüne geçilmekte, en önemlisi de “eşitlik ve adil yargılanma” gibi önemli anayasal ilkelere işlerlik kazandırılmaktadır. Başka bir ifade ile, çok daha önemli hukuk ilkeleri (Anayasal kural) ihlal edilmesin diye, daha ikincil durumda olan genel hukuk ilkesinin (kıyas yasağı) ihlal edilmesi kötünün iyisidir.
Bu bağlamda idari yargı hakimlerinin durumu ele alınacak olursa:
Her ne kadar HUMK 575/2. md. 26.09.2004 gün ve 5236 sayılı yasa ile değişmiş ise de; yeni hüküm henüz yürürlüğe girmediğinden önce mevcut hükme göre durumu irdeleyip varılan sonucu yeni hükme göre uyarlamak gerekir.
HUMK 575/2 md.’ne göre tazminat davasının açılacağı mahkemeler şu şekildedir:
◄ Sulh hakimine karşı asliye mahkemesinde,
◄ İlçe asliye hakimine karşı il asliye mahkemesinde,
◄ İl asliye (hukuk) hakimine karşı, esas davanın temyizen inceleneceği dairede,
◄ İl asliye (ceza) ve ağır ceza hakimlerine karşı Yargıtay 4. HD’de açılır. (Bu kural yukarıda belirtilen Yargıtay içtihatlarıyla oluşturulmuştur.)
İdari yargı hakimlerine karşı nerede dava açılacağını belirlemek için yukarıdaki hükümleri yorumlamak gerekir. Aydınalp’e göre, “kanun koyucu hakim aleyhine açılacak tazminat davalarının bir üst görevli veya dereceli mahkemede görülmesini işin tabiatı gereği kabul etmiş bulunmaktadır.”[55]Yasada tespit edebileceğimiz birinci kriter budur. Buna göre, öncelikle davanın bir üst derece mahkemede görülmesi gerekir. Bir başka husus ise; yasanın hakimleri il ve ilçe hakimi olarak ayırmış olmasıdır. Örneğin ilçe asliye hakimine karşı il asliye mahkemesinde dava açılır. Nitekim il asliye hakimlerine karşı temyiz merciinin ilgili dairesinde dava açılır. Bu ölçülerden hareketle öncelikle idari yargı mahkemeleri ilçelerde bulunmadığından, il hakimi konumundadırlar. Yine idari hakimler heyet mahkemesinde görev yapmakta olup, il asliye ve ağır ceza mahkemesi konumundadırlar. Hal böyle olunca, 575/2. md.’de düzenlenen “il asliye hakimi” ile ilgili kurala tabidirler.
Ancak tam bu noktada yine yoruma muhtaç bir kriter ortaya çıkıyor. Yasa lafzına göre, “il asliye hakimine karşı esas davanın tabi olduğu temyiz dairesinde” dava açılır. Bu kural hukuk mahkemeleri için tereddütsüzdür. Dava, dosya temyizen hangi hukuk dairesine gidecekse o dairede görülecektir. Ancak bu kural Asliye Ceza ve Ağır Ceza hakimleri için bertaraf edilmiştir. Çünkü burada esas davanın görüleceği temyiz mercii bir ceza dairesidir. Oysa tazminat davalarına ceza daireleri bakmamaktadır. Bu sebeple yukarıda belirttiğimiz içtihatlarla il asliye ve ağır ceza mahkemesi hakimlerine karşı 4. HD’de dava açılmaktadır.
İdari yargı hakimleri yönünden de ceza hakimlerini örnek alırsak; 4. HD’de dava açılacaktır. Ancak yasanın lafzını esas alırsak, “esas davanın tabi olduğu temyiz dairesinde” dava açılır. İdari yargıda ise, “esas davanın temyiz dairesi” Danıştay’ın ilgili daireleridir. Bu durumda dosyanın niteliğine göre Danıştay’ın ilgili dairesinde dava açmak gerekir.
Bu neticenin olumlu ve olumsuz yönleri mevcuttur. Olumlu yönlerini ele alırsak: Davanın kaynağı bir dava dosyasıdır. Bu dosyanın en son inceleme mercii ise Danıştay’dır. Dolayısıyla anılan dosyada yanlışlık yapılıp yapılmadığını en iyi tespit edecek mercii Danıştay’dır. Ayrıca idari yargı teamüllerini en iyi bilen kurumdur. Dolayısıyla Danıştay tazminat gerektiren davranış olup olmadığını daha sağlıklı tespit eder. Ayrıca Anayasamız yargı ayrılığı rejimini benimsediğine göre, idari yargı hakimlerinin adli yargı önünde hesap vermesi bu ilkeyle de bağdaşmaz.
Bu neticenin olumlu yanı ise: Öncelikle yapılan yargılama tazminat hukuku ile ilgili olup bunun en son mercii de Yargıtay hukuk daireleridir. Ayrıca, bir dairenin (4. HD) bu işle görevli olması, bu davalarda istikrar sağlayacaktır. Nitekim ceza hakimleri için de “esas davanın tabi olduğu temyiz dairesi” 4.HD değildir.
İdari yargı hakimlerine karşı ilk derece nerede dava açılacağı konusunda Yargıtay’ın da çelişkili kararları mevcuttur. Örneğin Konya İdare Mahkemesi hakimleri aleyhine açılan bir davada Asliye Hukuk Mahkemesinin “Danıştay’ın görevli olduğu” gerekçesiyle verdiği görev ret kararı 4. HD tarafından bozulmuş[56], bilahare Asliye Hukuk Mahkemesi’ nin(AHM) esastan verdiği kararı onamıştır[57]. Buna karşın 4. HD yine Konya İdare Mahkemesi hakimlerine karşı ilk derece olarak açılan davaya esastan bakmış, dosyayı AHM’ne göndermemiştir[58]. Böylece davaya hem kendisi ilk derece mahkeme olarak bakmış hem de AHM’nin ilk dereceden verdiği kararı onamıştır. Buna göre 4. HD, idari yargı hakimlerine karşı nerede dava açılacağı konusunu (AHM’de mi Y.4.HD’de mi) istikrara kavuşturamamıştır.
Sorunun esas çözümü elbette yasal düzenleme ile idari yargı hakimlerinin sorumluluk şekli ve yetkili mahkemenin belirlenmesidir. Bu belirlemenin; “Danıştay ilgili dairesi” şeklinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Ancak, yasal düzenleme yapılıncaya kadar da, HUMK 575/2. md.’nin yorumuyla 4. HD’nin görevli olduğunu, asla il AHM’de dava açılamayacağını düşünmekteyiz. Aksi düşünce 575/2. md.’de düzenlenen silsile ile de bağdaşmaz. Kaldı ki idare mahkemeleri genelde birden fazla ilde yetkili olduğu gibi Bölge İdare Mahkemeleri, AHM’lerinin üstünde bir konumda İstinaf Mahkemesidir. Bu sebeple il AHM’de dava açılması, yasanın kendi belirlediği hiyerarşiye bağdaşmaz.
HUMK 575/2. md.’nin 5236 SK ile değişik haline göre de “ilk derece mahkemelerinde görev yapan hakimler hakkında tazminat davaları bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi, bölge adliye mahkemesi hakimleri hakkında ise Yargıtay’ın ilgili hukuk dairesi tarafından incelenerek karara bağlanır”. Buna göre konu adli yargı için netleştirilmiş ve sadeleştirilmiştir. Ancak aynı yorum ve kıyas sorunu idari yargı hakimleri yönünden yine sözkonusu olacaktır. Bizce öncelikle benzer bir hüküm idari yargı bölge mahkemeleri kurulurken 2577 sayılı İYUK’na da ilave edilmelidir. Bu yapılıncaya kadar ise; aynı adli yargı hakimleri gibi, idare ve vergi mahkemesi hakimlerine karşı Bölge Adliye Mahkemeleri’nde, BİM hakimlerine karşı ise Yargıtay’ın ilgili hukuk dairesinde dava açılmalıdır.
b- Danıştay Başkan ve Üyeleri
HUMK 573. md.’nin Danıştay başkan ve üyelerini kapsayıp kapsamadığı tartışmalı olduğunu belirtmiştik. Yasa kapsamında olup olmadıkları gibi davanın nerede açılacağı hususu da ihtilaflıdır. Özdeş’e göre, “Danıştay kanununda HUMK’nun hangi maddelerinin Danıştay mensupları hakkında uygulanacağı tadadi ve tahdidi olarak sayılmış olup, 573. md. belirtilmemiştir. Danıştay başkan ve üyeleri hakkında görevleri ile ilgili olarak işledikleri bir suçtan dolayı açılacak kamu davasında zarar gördüğünü iddia eden şahıs müdahale etmek suretiyle tazminat davası ikame edebilir.”[59] Bu düşünceye göre, Danıştay başkan ve üyelerine karşı sadece Yüce Divan’da açılan bir ceza davasında tazminat istenebilir. Kuru’ya göre ise, “Danıştay başkan ve üyelerine karşı da HUMK md. 573-576 hükümlerine göre tazminat davası açılabilir ve bu tazminat davası da Yargıtay HGK tarafından bakılmalıdır.”[60] Aydınalp’e göre de “Yargıtay kanununun 13/2 ve 15/3. md. gereği HGK ‘görevden doğan tazminat davalarına’ bakmakla görevli kılındığına göre Anayasa ve yasalarca kendilerine yüksek yargı organı niteliği verilmiş bulunan tüm yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri aleyhine Yargıtay HGK’da dava açılabilir.”[61] Bu görüşün zayıf noktası ise; Yargıtay Kanunu’nun referans alınmasıdır. Çünkü Yargıtay Kanunu’nun 13/2 ve 15/3. md.’de düzenlenen hüküm, sadece Yargıtay başkan ve üyeleriyle, özel kanunlarında belirtilenlerle ilgilidir. Oysa Danıştay Kanunu’nda bu konuda bir gönderme bulunmamaktadır.
Yargıtay ise farklı bir çözüm bulmuştur. Hem sorumluluğu kabul etmiştr, hem de dava şeklini ve şartını adeta olmaza yönlendirmiştir. Yargıtay’a göre, “Yüksek Mahkeme başkan ve üyelerinin cezai sorumluluğu özel bir yargılama şekline bağlanmıştır. Yüce Divan’da yargılanması gereken kişinin bundan feragati de hukuki sonuç doğurmaz. Bu açıklamaların sonucu olarak usulen görevli mercii tarafından görevle ilgili suçtan cezai sorumluluk yönünden bir karar verilmeden Danıştay (Yargıtay) üyeleri hakkında HGK’nda açılan tazminat davasının görülmesinin mümkün olmaması gerekir.”[62]
Bize göre ise; yorum (veya kıyas) yolu ile Yargıtay HGK’da dava açılabileceğinin kabulü gerekir. Aksi takdirde Yargıtay başkan ve üyeleri aleyhine dava yolu açık iken Danıştay mensupları yönünden bu yol kapalı olur. Her ne kadar kamu düzeninden olan görevli mahkemenin belirlenmesinde kıyas yapılamaz ise de, diğer yönden de Anayasal bir hak olan “hak arama hürriyeti” (AY 36. md.) ve iç hukukumuzun parçası olan AİHS’nin 13. md. düzenlenen “etkili başvuru hakkı” ihlal edilmiş olur. Bu hakların ihlal edilmemesi uğruna kıyas yasağı ihmal edilerek görevli mahkeme olarak HGK kabul edilmelidir.
3. DİĞER YÜKSEK MAHKEME HAKİMLERİ
Hukuk sistemimiz maalesef çok başlı bir yargı düzeni öngörmektedir. Yargıtay ve Danıştay’dan başka, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu ve Sayıştay da Yüksek Mahkemeler arasında yer almaktadır.
Bunlardan Sayıştay dışındakilerin Yüksek Mahkeme statüsü tartışmasızdır. Nitekim HUMK 573. md. kapsamında olup olmadıkları tartışması Yargıtay ve Danıştay mensupları gibi bu kurum mensupları için de geçerlidir. Yine HUMK 575/2.md.’de dava açılacak mahkeme sayılırken bu yüksek mahkeme hakimlerine de yer verilmemiştir. Dolayısıyla Yargıtay ve Danıştay mensuplarıyla ilgili tartışma ve tespitler burada da geçerlidir. Ancak Askeri Yargıda tereddütlü olan bir başka husus daha vardır: Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde heyetine katılan muvazzaf subaylar “hakim” midir. Aydınalp’e göre, “geçici süreyle görev yapan kurmay subaylar da katıldıkları karar ve hükümlerde ‘hakimlik’ yaptıklarından md. 573 kapsamında davalı sıfatı alabileceklerdir. Ancak Yargıtay aksi görüştedir.”[63] Oysa yasa yargılamaya katılanları değil “Hakim”leri kapsamaktadır. Kurmay subaylar mahkeme heyetine yasa gereği “katılan” olup “hakim” değildir.
Burada ifade edilen tüm Yüksek Mahkeme başkan ve üyelerinin (hakim olanlar) HUMK 573. md. kapsamında olduğu ve yorum yoluyla Yargıtay HGK’da dava açılabileceğinin kabulü AY. 36. md. ve AİHS 13. md.’de düzenlenen hakların gereğidir.
Ancak, Sayıştay’ın yüksek yargı organı olup olmadığı ihtilaflıdır. Anayasa Mahkemesince Sayıştay’ı ayrı bir “Yüksek İdare Mahkemesi” olarak nitelendirilmemiştir. Uyuşmazlık Mahkemesince de Sayıştay’ın, yargı organı niteliğinde olmadığı vurgulanmış bulunmaktadır. Buna rağmen Aydınalp’e göre, 573. vd md.’lerdeki koşulların gerçekleşmesi durumunda “davalı hakim” olabileceklerini kabul etmek gerekir[64]. Bizce de AY’da yargı bölümünde, yüksek yargının devamında (160.md.) düzenlenen Sayıştay başkan ve üyelerinin de diğer yüksek mahkeme mensupları gibi ele alınması gerekir.
V. SONUÇ
İnceleme konumuz “İdari Hakimlerin Sorumluluğu” olmakla birlikte, neredeyse tüm yargı mensuplarının hukuki sorumluluk hali irdelenmiştir. Çünkü hakimlerin sorumluluk hali, hemen hemen tüm hakimler için aynıdır. Bu sebeple, sorumluluk kapsamı belirlenirken, doktrinde ve yargı kararlarında daha ziyade adli yargı hakimleri üzerinde durulmuştur. Çünkü idari yargı hakimliği (yerel mahkeme) 1982’den sonra gündeme gelmiştir. 1982 öncesi ise idari yargıda sadece Danıştay mevcuttu ve yüksek mahkeme konumundaydı. Bu sebeple, yerel mahkeme hakimlerini irdelerken, adli yargı hakimlerinden hareketle müesseseyi yorumlamak bir zorunluluktur.
İdari yargı hakimleri yönünden tek ve en önemli fark ise, dava açılacak mahkemenin yasada belirtilmemiş olmasıdır. İşte bu noktada, inceleme konumuzun esas teması öne çıkmıştır. Bu inceleme sonunda, idari yargı hakimleri yönünden görevli mahkemenin mevcut mevzuata göre yorum yoluyla belirlenebileceği sonucuna varılmıştır. Ancak buna rağmen Yargıtay’ın istikrarlı bir içtihat oluşturmadığı tespit edilmiştir. İdari yargı hakimleri, il hatta bölge düzeyinde yargılama yapmakta olup, asliye ve/veya ağır ceza hakimleri muadilidir. Hatta Bölge İdare Mahkemesi hakimleri, İstinaf Mahkemesi hakimidirler. Bu sebeple, Yargıtay 4. HD’de yargılanmaları gerekir. Oysa yukarıda örneği verildiği gibi 4. HD hem ilk derece kendisine açılan davaya bakmış hem de Asliye Hukuk Mahkemesinin ilk derece verdiği kararı temyizen onamıştır. Muhakkak ki ikinci örnek yanlıştır. Çünkü böylelikle idari yargı hakimleri 575/2. md.’de belirtilen ilçe Asliye hakimi konumunda değerlendirilmiştir.
Yine idari yargının yüksek mahkemesi olan Danıştay başkan ve üyelerini Yargıtay başkan ve üyelerinden ayrı ele almak güçtür. Bu sebeple Yargıtay örneğinden yola çıkarak Danıştay mensuplarının durumu tespit edilmeye çalışılmıştır.
Bütün bu tespitler, HUMK 573 vd.maddeler yönündendir. Nitekim HUMK 575/2. md. değişikliğe uğramış ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonrası için yeniden düzenlenmiştir. Bu hale göre de idari yargı hakimlerinin durumu yine yorum (veya kıyas) yoluyla netleşecektir.
Oysa, ya 573 vd. maddeler tüm yargı organlarını dikkate alarak yeniden düzenlenmeliydi ya da her bir yargı organın kendi yasasında özel düzenleme yapılmalıdır. Bu bağlamda, idari yargı hakimleriyle ilgili davaların Danıştay’da esas davanın görüleceği dairede veya özel bir dairede görülmesi maslahata uygun olacaktır. Çünkü, tazminatın sebebi, görülmekte olan bir davada hakimin tavrıdır. Bu durumda, görülen davanın uzman yüksek mahkemesi, sorumluluk koşullarını da en iyi tespit edecek merciidir. Ayrıca Anayasada benimsenen yargı ayrılığı rejimi de bu görüşü destekleyen bir unsurdur.
En netice şunu demek gerekir ki; sorumsuzluk keyfilik doğurur, basit sorumluluk müessesesi ise ürkek-korkak hakim sınıfı yaratır. Hakimler de görevlerinden dolayı hukuki sorumluluğa tabi olmalı, ancak, bu mekanizma çok katı şekil şartlarına bağlanmalı. Hatta bir üst mahkemenin iznine tabi olmalı. Aksi takdirde dava hakkı hakimi sindirme silahına dönüşür.
KAYNAKÇA
- AKINCI Müslüm, İdari Yargıda Adil Yargılanma Hakkı, Turhan Kitabevi, Ankara 2008.
- AYDINALP Sezai, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu, Dayınlarla Yayınları, Ankara 1997.
- BELGESAY Emcet, Türk Hukukunda Hakimin Hukuki Mesuliyeti, Makale, AÜHFD 1955, C.XII, s.251.
- DERE Ahmet, Davadan Feragat, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, s.72.
- GÖZÜBÜYÜK Şeref; DİNÇER Güven, İdari Yargılama Usulü, 1. Bası Ankara 1996.
- GÜNAY Erhan, Hakim-Savcı Avukatlar ile Diğer Adli Personelin İşledikleri Suçlar ve Soruşturmalar, Seçkin Yayınevi, Ankara 1997.
- KILIÇOĞLU M. Ahmet, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu, Makale AÜHFD, 1973, C.30, Sy.1-4, s.231.
- KIRMAZ Birol, Hakimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınları, Ankara 2009.
- KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Demir Yayınları, İstanbul 2001, C.VI.
- KURU Baki; ARSLAN Ramazan, YILMAZ Ejder, Medeni Usul Hukuku, Ders Kitabı, 20 Bası, Yetkin Yayınları, Ankara 2009, s.841-842.
- ÖZDEŞ Orhan, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu ve Devlet, Makale, DD 1971, Sy.2, s.9.
[1] AY, Madde 40- Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.
AY, Madde 125/Son- İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
[2] GÖZÜBÜYÜK Şeref; DİNÇER Güven, İdari Yargılama Usulü, 1. Bası Ankara 1996, s.93.
[3] AYDINALP Sezai, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu, Dayınlarla Yayınları, Ankara 1997, s.50.
[4] AYDINALP, age, s.37.
[5] AY, Madde 129/5- Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.
[6] AYDINALP, age, s.65.
[7] KURU Baki; ARSLAN Ramazan, YILMAZ Ejder, Medeni Usul Hukuku, Ders Kitabı, 20 Bası, Yetkin Yayınları, Ankara 2009, s.841-842.
[8] DERE Ahmet, Davadan Feragat, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, s.72.
[9] AYDINALP, age, s.77.
[10] KILIÇOĞLU M. Ahmet, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu, Makale AÜHFD, 1973, C.30, Sy.1-4, s.231.
[11] BELGESAY Emcet, Türk Hukukunda Hakimin Hukuki Mesuliyeti, Makale, AÜHFD 1955, C.XII, s.251.
[12] AYDINALP, age, s.83-84.
[13] AKINCI Müslüm, İdari Yargıda Adil Yargılanma Hakkı, Turhan Kitabevi, Ankara 2008, s.104.
[14] AKINCI, age., s.107.
[15] ÖZDEŞ Orhan, Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu ve Devlet , Makale, DD 1971, Sy.2, s.9.
[16] GÜNAY Erhan, Hakim-Savcı Avukatlar ile Diğer Adli Personelin İşledikleri Suçlar ve Soruşturmalar, Seçkin Yayınevi, Ankara 1997, s.67.
[17] DERE, agm., s.71.
[18] KILIÇOĞLU, agm., s.232.
[19] KURU; ARSLAN; YILMAZ, age., s.98.
[20] KIRMAZ Birol, Hakimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınları, Ankara 2009, s.314.
[21] Madde 82- Hakim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırılabilir.
[22] GÜNAY, age., s.24.
[23] AKINCI, age., s.116.
[24] KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Demir Yayınları, İstanbul 2001, C.VI, s.5831.
[25] AYDINALP, age., s.91.
[26] ÖZDEŞ, agm., s.9.
[27] KURU, age., s.5830, Yargıtay HGK, 14.11.1970, İİF.185/623 (İBO 1971/3-4 S.308/309)
[28] KURU, age., s.5830.
[29] KILIÇOĞLU, agm., s.240.
[30] AYDINALP, age., s.173.
[31] KURU, age., s.5830.
[32] AYDINALP, age., s.174.
[33] KILIÇOĞLU, agm., s.255-256.
[34] AYDINALP, age., s.206.
[35] Madde 573 – Hakim ve icra reisi aleyhine aşağıda yazılan sebeplere binaen tazminat davası ikame olunabilir:
1 – İki taraftan birini tesahüp ve iltizam veya garez ve nefsaniyet dolayısiyle diğeri aleyhine kanuna ve adalete mugayir bir hüküm ve karar verilmiş olması,
2 – Kabili tevil ve izah olmıyacak surette vazıh ve sarahati katiyei kanuniyeye mugayir karar verilmiş olması,
3 – Muhakeme zabıtnamesinde mevcut olmıyan sebebe binayi hükmedilmiş olması,
4 – Muhakeme zabıtnameleriyle kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmiyen bir sözün hüküm ve karara müessir olacak surette söylenmiş gibi gösterilmiş olması,
5 – İta veya temin veya vadolunan menfaat dolayısiyle mugayiri kanun hüküm verilmiş olması,
6 – İhkakı haktan istinkaf olunması,
7 – (Ek bent: 14/12/1929 – 1539/1 md.) Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması.
[36] KURU, age., s.5836-5838.
[37] AYDINALP, age., s.147.
[38] KURU; ARSLAN; YILMAZ, age., s.844.
[39] AYDINALP, age., s.147.
[40] GÜNAY, age., s.71.
[41] AYDINALP, age., s.159-160.
[42] KURU, age., s.5852.
[43] KURU; ARSLAN; YILMAZ, age., s.846.
[44] KURU; ARSLAN; YILMAZ, age., s.844.
[45] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 25.03.1931 gün ve 19/25 sayılı kararı, RG 03.05.1931 -786.
[46] KURU, age., s.5863.
[47] ÖZDEŞ, agm., s.12.
[48] KURU, age., s.5859.
[49] KURU, age., s.5859.
[50] Yargıtay HGK, KT.22.03.2000, E.2000/2, K.2000/2.
[51] Yargıtay İBKK. 25.03.1931 19/35 sayılı kararı.
[52] AYDINALP, age., s.213.
[53] ÖZDEŞ, agm., s.12.
[54] ÖZDEŞ, agm., s.13.
[55] AYDINALP, age., s.211.
[56] Y4HD, KT.27.02.1995. E.1995/1034, K.1995/1831.
[57] Y4HD, KT.26.10.1995, E.1995/6966. K.1995/7776.
[58] Y4HD, KT.24.12.1996, E.1996/5036, K.1996/12614.
[59] ÖZDEŞ, agm., s.14.
[60] KURU, age., s.5867.
[61] AYDINALP, age., s.214.
[62] Yargıtay HGK KT.22.03.2000, E.2000/2, K.2000/2.
[63] AYDINALP, age., s.203-204.
[64] AYDINALP, age., s.205-206.