PROTOKOL = ARZ – RİCA MESELELERİ
NOT:Bu makale TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ DERGİSİ nin112.sayısında yayımlanmıştır.
PROTOKOL = ARZ – RİCA MESELELERİ
I- KAVRAM VE RESMİ HAYATTAKİ YERİ
A-)SÖZLÜK ANLAMI
B-)RESMİ HAYATTAKİ YERİ
II-POZİTİF HUKUKTAKİ MEVCUT DURUM
III-FİİLİ DURUM
IV-YARGININ MEVCUT DURUMU
V-YARGI NEDERE OLMALI
VI-SONUÇ VE KANAAT
PROTOKOL= ARZ – RİCA MESELELERİ :
I)- PROTOKOL KAVRAMI VE RESMİ HAYATTAKİ YERİ
A-) PROTOKOLÜN SÖZLÜK ANLAMI : Büyük Larousse sayfa 9590 da; “resmi törenlerde mevki sıralaması, selamlaşma, öncelik hakkı gibi konularda uyulması gereken kuralların tümü” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, konuyu tam da, işlemeyi düşündüğümüz boyutuyla anlatmaktadır. Kavramı: resmi hayatta, gerek fiilen gerekse pozitif hukuk yönünden ,konunun oturmamışlığını gözlemleyince, irdelemeye karar verdim.
B-)RESMİ HAYATTAKİ YERİ : Protokol kuralları diplomaside nasıl hayati öneme haiz ise resmi yaşantıda da diplomasiyi aratmayacak bir önem atfedildiğini gözlemledim. Doğu toplumlarında karakteristik bir belirti olduğunu düşündüğüm “önemli şahsiyet “ saplantısının bu kavramı da abartılı şekilde önemli kıldığını düşünmekteyim. Çünki, sosyal hayatta insanlar, kendilerine değer kazandıran birikimleri ve özellikleriyle değil, işgal ettikleri “makamın önemi” ne göre sınıflandırıldığı için, elbette ki, bu makamın, resmi törenlerde arzı endam edeceği konumda birinci dereceden önem arz ediyor. Çünki neticede, makamın bulunduğu yer makama, makamı temsil edenin bulunduğu yerde o zat’a önem kazandıracaktır. Başka bir ifadeyle “protokoldeki yerin kadar konuşacaksın” ve konuşacaklarının ağırlığı protokoldeki yerinle ölçülecek. Konunun psikolojik arka planı bu olunca, görev hayatımız boyunca çokca traji-komik protokol anekdotlarına, ya şahit olduk yada dinledik. Belki mesleğimiz gereği bu anekdotların çoğununda yargı mensupları ile diğer zevat arasında olduğu izlenimi yer etti. Özellikle ilçelerde; üç erkin temsilcisi net olarak belli iken, törenlerde yargı temsilcisinin, ya lütfen gayri resmi yerleştirilen dördüncü koltuğa alınması yada ilişkinin dozuna göre ilk üç koltuğun arkasındaki birinci koltuğa alınması, ya bir siteme yada bazen tören polemiğine sebep olmaktadır. Bunun sonrasında da, pek çok yerde yaşanan kaymakam-savcı hikayeleri ortaya çıkmakta. Bu hikayelerde; kimi zaman kaymakam bina sahibi olmanın verdiği avantajı kullanıp, kısacası yargı mensuplarını taciz etmenin yollarını aramakta: elektrik, su , giriş-çıkışlar, otopork yeri, hatta adli personelin mesaisi ilgi alanına girmekte, UYAP çanak anteninin kurulacağı yeri beğenmeyip kaldırtmakta. Bazende, yargının üç erkten biri olduğu bilgisini unutmayan savcılarca, kaymakam ve ona bağlı zevatın adli sorunlarına aşırı ilgi gösterilip avam usulünce ifadesinin alınmasının eşitlik gereği olduğu, gelmezse ihzaren getirileceği hususları usulünce işlenmektedir. İl merkezlerinde bu elenseler bu kadar somut ve taciz boyutuna varmasa da yazışmalardaki “arz ve rica” lar karşı tarafa hedef gözeterek yapılan atışlar şeklinde tezahür etmektedir.
Aslında yazışma usulündeki hiyerarşi somut bir ölçüye kavuşmuş bulunmaktadır. Başbakanlıkça çıkarılan 17.2.1994 gün ve 49 sayılı genelge ile Bakanlar kurulunca kabul edilen Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Esas ve Usuller Hakkındaki 2004/8125 sayılı yönetmelik hükümleri yazışma üslubunu net olarak ortaya koymuştur. Buna göre, genel olarak üstler astlarına rica, astlar üstlerine arz, eşit konumda olanlar ise birbirine arz ederler.
Ancak “önemli şahsiyet” takıntılı birokrasinin, burada da masum yarışını ve elenselerini hâlâ sürdürdüğü görülür. Kaymakamlar yargı yerlerine rica eder, yargı yerleri mülki birimlere rica eder ve nezaketin sadece bir bayan ismi olarak hatırlandığı yerlerde üst yazıyla evrak iadesi başlar ve “bundan sonra yazışma usülünde daha dikkatli olunması RİCA OLUNUR.” Aslında bu konuda yargı yerleri kısmen haklıdır. Çünki yargılama yapılan bir durumda, yargı yeri sıfatıyla yazılan yazılarda, yargı yerleri eşit değil üst makamdır. Çünki, yargı taraflar ve sıfatlar üstü olmalı ki bağımsız-tarafsız karar verdiğini kabul edelim. Özellikle idari yargı yönünden bu pozisyon daha belirgindir. Çünki; idari yargının faaliyet alanı gereği, yargılamada, taraflardan birisi mutlaka idari birimler olup, idareler ise; Başbakanlık ve Bakanlıklar, İller de Valilikler, İlçelerde Kaymakamlıklar husumetiyle dava görülür. Bu durumda bir idari davanın mutlak tarafı olan idareler yönünden elbetteki yargı yeri üst konumdadır. Hal böyle olunca idari mercilere gönderilen savunma dilekçelerinin sonuna “……davanın reddine karar verilmesi rica olunur.” ibaresi eklenirse, yargı yerince bu dilekçenin işleme konulmayıp Anayasanın 138.maddesi ve anılan yönetmelik uyarınca merciine ek süre verilerek iade edilmesi gerekir.
Gerçi bu konuda yargı mensuplarının da sütten çıkmış kaşık olmadığını belirtmek gerekir. Protokol ve yazışma arenasında, kendilerini, “rahatsız hisseden” yargı mensuplarının pek yakındıkları bu konuda çok da duyarlı olmadıkları söylenebilir. Tecrübeyle sabittir ki: idari bir birim olan Adalet Komisyonları işlemlerine karşı açılan davalarda; idari yargıya savunma gönderirken “davanın reddini rica etmekte” konu hatırlatılınca da, kendilerinin bu konuları aştıkları, ayrıca kendilerinin de 1.sınıf hakim olduğunu ileri sürebilmektedir ve istisnasız tüm yargı yerleri yönetmeliğe rağmen eşit sayıldıkları diğer kurumlara da RİCA etmektedirler.
Yazışma konusunda en mütevazi ve olgun davrananların ise mevzuatta yeri olmayan bir ifadeyle “Arz ve rica” ettikleri görülür. Bunlar ise hem mevzuatı gözardı edemeyen hem de kuyruğu dik tutmaktan da vazgeçmeyen bürokratlardır.
Görüldüğü gibi, protokol meselesi mahallenin “kız meselesi” gibi içten içe yıllardır süren ve kesin çözüme kavuşturulmadığı için de süreceğe benzeyen bir meseledir. Aslında bürokrasiyi de rahatsız eden ve müstehzi yaklaşımlara sebep olan bu konunun müsebbibi yasa koyucudur. Çünki karmaşanın sebebi pozitif hukuktaki belirsizlikten kaynaklanmaktadır ve kesinlikle bir yasayla halli gereken mesele halini almıştır.
II-POZİTİF HUKUKTAKİ MEVCUT DURUM :
İlginçliktir ki, devletin temsil hiyerarşisini gösteren, bu konuda, kanun boyutunda bir düzenleme mevcut değildir. (Tek yasa Avukatlık yasası olup onuda uygulamada kuşa döndürdüler) Mevcut düzenlemelerin neler olduğuna bakarsak:
1-)Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun: 17.3.2981 gün ve 2429 sayılı olan bu kanunda, konuya ilişkin net hükümler bulunmamakta olup, 5 ana madde 2 yürürlük maddesi toplam 7 maddeden ibarettir. 4.maddesinde de; ulusal ve resmi bayramların düzenleme şeklinin yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiştir. Böylece yasamız suya sabuna dokunmadan topu taca (yönetmeliğe) atmıştır.
2-) Ulusal ve Resmi Bayramlarda Yapılacak Törenler Yönetmeliği; 14.8.1981 gün ve 3456 sayılı bu yönetmelik Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulmuştur. Protokolle ilgili makam yarışının günah keçiside işte bu yönetmeliktir. Bu yönetmelik aslında ulusal törenlerin düzenlenme şekli ve ilkelerini belirlemek için çıkarılmış olup maalesef, protokol konusunda tek pozitif dayanaktır. Protokol sadece resmi bayram törenlerinden ibaret olmadığı için bu yönetmelik daha ilk maddesinden itibaren yersiz ve yetersizliğini alenileştiriyor. Çünki protokol törenlerde organizasyon, kutlama, kabul, ziyaret adabı, yazışma usulü, emir verme alma konumu gibi çok boyutlu olup, yönetmelik sadece resmi bayram adabını düzenlemekte. Ayrıca protokol, genel olarak Devleti kapsamakta olup, bayram kutlamaları sadece, idari bir organizasyondan ibarettir. Nitekim yönetmeliğin 4.maddesinde koordinatör kuruluş ve Bakanlıklar sayılmış, 5.maddesinde kutlama komiteleri belirlenmiş olup, hepsi de idari birimlerden ibarettir. Buradan da resmi bayram törenlerinin idari bir faaliyet olduğu tanımı yapılabilir. İdare dışındaki birimler de bu törenlerin davetlisi konumundadır. Bayram vb. törenleri Devlet adına koordine görevi olan idarenin, buradaki temsil şeklini de Anayasal sisteme paralel oluşturmak görevi vardır.
Ancak gerek fiili durum gerekse fiili durumun yegane dayanağı olan yönetmelik bu espiriden son derece uzaktır. Çünki anılan Yönetmeliğin eki olan 1 numaralı liste, bayramlarda “tebrikata giriş sırasını” belirlemekle birlikte adeta Devletin taşradaki önem sırasını belirleyen Anayasa hükmündedir. Zaten tek ölçü bu idari düzenleme olduğu için de Anayasal Devleti değil “idarenin hissettiği” devleti yansıtmaktadır. Tebrigata giriş listesi olarak bile Anayasal sistemimizle bağdaşmayan bu liste taşrada, devlet organlarının idari-beşeri her tür ilişkisini şekillendirmekte ve abes sonuçlara yol açmaktadır. Böylelikle, Hukuk terminolojisinde Kanun Hükmünde Kararname yanında bir de Anayasa Gücünde Yönetmeliğimiz olduğunu söylersek yanlış olmaz.
Bu liste, 20.maddelik bir sıra öngörmektedir. Bu sıra “tebrigata giriş” sırasını göstermektedir. Buna göre;
1-TBMM Üyeleri
2-Mahallin en büyük komutanı, general ve amiraller, garnizon komutanı,
3-Belediye başkanı,……….ilçe belediye başkanı
4-Cumhuriyet Başsavcısı, DGM.Cumhuriyet Başsavcısı, Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı, DGM.Başkanı, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı, Üniversite Rektörleri, Baro Başkanı
5-(Danıştay 10.Dairesinin 27.9.2000 gün ve E:1998/6921,K:2000/4825 sayılı kararıyla iptal edildi)
İlk beşini yazdığımız bu maddeler 20.maddeye kadar devam etmekte ve ildeki bürokratları sıralamakta örneğin 8.maddede “garnizon komutanınca belirlenecek silahlı kuvvetler mensupları”, 9.maddede “vali yardımcıları, il emniyet müdürleri Büyükşehir ilçe belediye başkanları, ilçe kaymakamları” 10.madde “hakimler, savcı yardımcıları……” yer almaktadır. 20.madde ile sıralama bitmemekte ve 4 maddelik de istisna hükümleri yer almaktadır. Buna göre;
1-General ve Amiraller içinde Orgeneral Oramiral varsı (izin-görev sebebiyle bulunsada) TBMM üyelerinden önce yer alırlar.
2-Korgeneral-koramiral, tümgeneral-tümamiral-tuğgeneral-tuğamiraller tebrigata bir bütün olarak girerler.
3-Bu liste Devlet protokolüne ilişkin esaslar belirleninceye kadar uygulanır.
4-ilçe, bucak, kasaba ve köylerde tebrigata giriş sırası il’deki sıraya göre yapılır.
Tebrigata girişin ana listesinin Anayasal sistemimizle bağdaşmaz hali yetmezmiş gibi bu istisna maddelerinin ilk maddesi konuyu daha vahim hale getirmektedir.
Bu düzenleme, Anayasal tercihimiz yönünden ele alınacak olursa;
Bilindiği gibi Anayasamızın 2.maddesinde, Devletimizin “….demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu belirlenmiş ve devamı maddelerde de sistemimizin kuvvetler ayrılığına dayalı olduğu vurgulanmıştır. Kuvvetler Ayrılığı ise yasama, yürütme ve yargı erklerinin devleti oluşturan eşit erkler olup birbirinden bağımsız olmasını ifade eder.
Gerek törenlerde gerek yazışmalarda gerekse ne ad altında olursa olsun Devleti temsil eden bir sıralama yapılacaksa elbette bu Anayasal ilkeye uyulmak zorundadır. Buna göre tüm devleti temsil eden tek makam Cumhurbaşkanı olup, onun dışındaki her görevli üç erkten birisi içinde yer alır. Dolayısıyla tören sahibi kurum dışındaki tüm davetlilerin bu erkler ayrılığına göre temsilinin sağlanması,organizasyonu yapanlar için Anayasal bir görevdir.
Bu bağlamda taşradaki durum ele alınacak olursa: il idaresi kanunu’nun 9.maddesi uyarınca; Vali İlde Devletin ve hükümetin temsilcisidir. Ancak Anayasadaki kuvvetler ayrılığı ilkesi bağlamında yürütme erkinin uzantısıdır. İllerde, yasamanın sürekli bir temsilcisi bulunmamakla birlikte, o an TBMM üyesi yoksa, ilde seçimle gelen en büyük mevki sahibi olarak Belediye başkanı da yasama erkinin dolaylı temsilcisi sayılabilir. İllerde yargı erkine mensup değişik birimler bulunup mevcut durumda Başsavcılık ta yargının temsilcisi kabul edilirse (ayrı bir tartışma konusu olup değineceğiz) ildeki üç erkin temsilcileri bellidir. Protokol sıralamasında ilk üçte bu üç erkten ikisi yer almakta olup, yargı erki temsil edilmemektedir. Temsil makamında yargı erki yerine ordu temsilcisinin yer aldığını görmekteyiz. Anayasal sistemimizde ordu bir erk olarak yer almamakta olup, protokolde değil başımızın tacı gönlümüzün sultanı olarak yer alması gerekir.
Yönetmelikteki Anayasaya aykırılık bu sıralama hatasından ibarette kalmamaktadır. 2.sırada mahallin en büyük komutanı yer aldığı gibi, eğer o ilde başka general ve amiraller varsa onlarda, hatta rütbesi ne olursa olsun garnizon komutanıda yargı erkinin önünde yer almaktadır. Ana maddelerdeki bu çarpıklık yetmez gibi istisnai 1.maddede “o yerde izinli görevli bile olsa orgeneral-oramiral varsa, TBMM üyelerinden de önce yer alır” diyerek, generalliği Milli iradenin de önüne yerleştirmiştir
Atatürk “Eğemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demiş olup,millet iradesi en üst düzeyde TBMM de tezahür eder. Anayasamız da bunu teyit eder. Oysa anılan yönetmelik Atatürk’ün ilkesini ve Anayasal sistemi yok sayarak generallik sıfatını millet iradesinin de önünde nasıl temsil ettirmektedir? Bu sorunun cevabı,( esbabı mucibesi) yönetmeliğin tarihinde gizlidir.Yönetmelik 1981 tarihli olup o tarihte ihtilal kuralları geçerlidir ve ülkenin en büyük sözsöyleyeni netekim bir orgeneraldir. Maalesef bu ihtilal buyruğunu 25 yıllıdır sivil irade de benimsemiş ve kendi iradesini yansıtan bir düzenleme yapma gereği duymamıştır. Bürokrasi de birbirlerine “arz ve rica” ederek gölge yarıştırmaktadır.
III. FİİLİ DURUM : Yasal durumdaki belirsizlik bu olup, elbette fiili durumdaki karmaşa bunun da önündedir.
Örneğin, uygulamada yönetmelik eki liste de yeterli olmayıp illerde bunun da dışında listeler oluşturulmaktadır.
Bunlardan en ilginci; Baro Başkanının durumudur. Baro başkanları, Avukatlık yasasında değişiklik içeren 4667 sayılı paket yasa çıkarken uyanıklık yapıp 1136 sayılı yasanın 76.maddesine bir hüküm ekleterek “protokolde Barolar İl Cumhuriyet Başsavcısının yanında yer alır” kuralını koydurtmuşlardır.
Öncelikle elbette bu hükmün Anayasal sistemle bağdaşmadığını ve yersiz olduğunu belirtmek gerekir. Çünki Barolar Devlet aygıtı dışında bir kamu nitelikli meslek örgütüdür. Ancak yasa koyucunun bu iradesi yetkili Anayasal organca iptal edilinceye kadar herkesi bağlar.( Tabi ki iki kere iki her zaman dört etmez) Nitekim Valilikler bu hükmü uygularken Baro başkanını Başsavcının yanına dikmemiş, yanlamasına gelecek şekilde rektörden sonraya yerleştirmiştir. İşin ilginci yargı mensupları da bu uygulamadan hoşnut kalmıştır. Hatta, bu konuda açılan bir davada Danıştay 10.Dairesi 16.11.2005 gün ve K:2005/6900 sayılı kararıyla; “yanında ibaresinin yanıbaşında anlamına gelmiyeceği” anlamında bir karar vermiştir. Bu karar kesin olmakla birlikte, elbette eleştirilebilir. Çünki, anılan düzenleme Anayasal sisteme aykırı olmakla birlikte yasa koyucunun kastını ortaya koyacak tek kelime “yanında” kelimesidir ve “yanıbaşında” anlamına gelir. Kanaatimce, türkçede bunu daha net ifade edecek başka kelime de bulunmamaktadır.
4.sırada yer alan yargı temsilcileri de her ilde ayrı sıralanmaktadır. Örneğin; Adli yargı komisyon başkanının yanına Ağırceza Mahkemesi Başkanları, Bölge İdare Mahkemesi Başkanının yanına da idare ve vergi mahkemesi başkanları yerleştirilmektedir. Oysa bu başkanlar hakimler gurubunda yer almakta olup ayrıca temsil konumları bulunmamaktadır.
Bazen de, günün mana ve önemine göre, sohbet ve istişare niyetiyle Rektölerimiz için ilk üçün yanına korsan bir koltuk yerleştirilebilmektedir.
Bu uygulama hatalarına müdahil olacak medeni cesarete sahip bir bürokrat ise henüz yetişmedi. Çünki sonuçta hem sevimsiz olmak hem de “milletin bunca sorunu varken onun derdi protokol” suçlamasına maruz kalmak var.
IV.YARGININ DURUMU : Pozitif düzenlemedeki yargının durumu yukarıda anıldığı gibidir. Listenin 4.maddesinde sıralanmış olup bu sıralamanın da değerlendirilmesi gerekir.
Öncelikle yargıda çoklu sistem geçerli olduğundan yekpare bir temsil konumu bulunmamaktadır. Fiilen Adli ve idari yargı olarak iki ayrı ana kolu mevcut olup ayrı ayrı temsil edilmektedir. Adli Yargı adına Cumhuriyet Başsavcısı, İdari Yargı adına Bölge İdare Mahkemesi başkanı çelenk koymakta ve kurumu temsil etmektedir.
Burada Cumhuriyet Başsavcısının temsil konumu tartışmalıdır. Çünki Başsavcılık yargısal olmaktan ziyade idari yönü ağır basan bir makamdır. Dolayısıyla Adli yargıyı yargısal kimliği ağır basan komisyon başkanının temsil etmesi gerekir. Ancak, komisyon başkanının yoğun yargı görevi dikkate alınınca bu konudaki öneri ayrı bir başlıkta ele alınacaktır.
İdari yargı ise her ilde bulunmamakta olup bulunduğu yerlerdeki temsil şekli konumuna uygun bulunmamaktadır. Çünki, Bölge İdare Mahkemeleri Yüksek Mahkeme (Danıştay) ile yerel mahkemeler arasında istinaf mahkemesi konumundadır. Aynı zamanda komisyon başkanı sıfatını taşımaktadır. Dolayısıyla bulundukları illerde, kariyer olarak diğer yargı mensuplarından üst konumdadır. Temsilde bunun dikkate alınması halinde Başsavcı ve komisyon başkanından önde gelmeleri gerekmektedir.
V.YARGI NEDERE OLMALI :
Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bayram törenleri tüm devletin ve halkın davetli olduğu idari organizasyonlardır. Bu sebeple, üzerine görev düşen birimler idari birimler olup diğerleri davetlidirler. Ancak, temsil konumunda olanlar için bu davet görev niteliğindedir. Bu noktada törenlerde yargının temsili ele alınacak olursa:
Öncelikle, yargının görevinin niteliği gereği diğer erk temsilcileri ile hiyerarşik sıralamaya girmemesi gerekir. Bu sebeple törenlere hiyerarşik sırayla değil “onur konuğu” olarak “protokol üstü” bir sıfatla davet edilmelidir.
Eğer illaki, “tören devlet adına olduğundan devletin bir organı olarak katılmalı” der isek, bu sefer yukarıda izah edildiği üzere Anayasal sistemle bağdaşır şeklinde ve ilk üç arasında temsil edilmelidir. Nitekim, bu konu yargı kararı ile de sabit hale gelmiştir. Yönetmelik eki listenin 5.sırasında yer alan Nevşehir Başsavcısının; uygulamanın ve dayanağı listenin iptali için açtığı davada, Danıştay 10.Dairesi; “sıralamanın Anayasadaki kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olmadığı buna uygun sıralama yapılması gerektiği” gerekçesiyle sıranın 5 maddesini iptal etmiş ve idari Dava Daireleri de bu kararı onanmıştır. (Danıştay 10.Dairesinin 27.9.2000 gün ve E:1998/6921, K:2000/4825 sayılı kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 23.11.2001 gün ve E:2001/2, K:2001/810 sayılı kararı)
Ancak bu açık ve amir yargı kararına rağmen, idare yargı mensuplarını 5.sıradan 4.sıraya almakla yetinilmiş ve ilk 3 sıralamayı aynı garabetiyle muhafaza etmiştir.Tabiki yargı kararına uyulmayıp dolanılmış, ancak bu aykırılığı takip ve devam ettirme cesareti kimseye kısmet olmamıştır.
Peki yargıyı kim temsil etmeli? adı üstünde yargı adına olacağına göre, temsil ya ildeki en yüksek konumdaki mahkemenin temsilcisi hakim tarafından yapılmalı yada, kurul bu konuda yargı içinden bir kişiye özel görev verip temsil makamı atamalı ve mutlaka, yargıyı temsil edenin, yargısal görevli olup idari görevli olmaması gerekir. Tabiki, tekraren söylemek gerekirse; yargı protokolde hiyerarşik sıralamaya tabi tutulmayıp, eğer gerekirse toplantı ve törenlere onur konuğu olarak katılmalıdır.
VI.SONUÇ VE KANAAT :
Önemli şahsiyetlere değil değerli şahsi yerlere itibar eden birisi olarak, protokol konusunu ele alan bir yazı yazmakta çok tereddüt ettim. Protokoldaki konumumdan güç-kuvvet ve güven almayı hiç aklımdan geçirmemekle birlikte, verilen temsil görevimi layıgıyla yapmam gerektiğini bunun bir emanet olduğunu da gözardı etmedim. Devleti ve ordumuzu her şeyin üstünde seven bir duygu dünyam var. Ancak, devletin gücü demokratlığındadır, demokratlığıda Anayasal sisteme bağlılığındadır.Bu sebeple de, protokol sıralamasının Anayasal sistemimizle paralel olması gerekir diye düşünmekteyim. 2006-MALATYA
Osman ERMUMCU
Malatya
Bölge İdare Mahkemesi Başkanı