YARGI KARARIYLA İPTAL EDİLEN VERGİNİN İADESİNDE FAİZ UYGULAMASI
YARGI KARARIYLA İPTAL EDİLEN
VERGİNİN İADESİNDE FAİZ UYGULAMASI
Osman ERMUMCU
2009
NOT:Bu makale TERAZİ Dergisinin kasım 2010 kasım sayısında hakemli olarak yayımlanmıştır
İÇİNDEKİLER
Sayfa
KISALTMALAR…………………………………………………………………………………………… i
GİRİŞ…………………………………………………………………………………………………………… 1
- FAİZİN TANIMI………………………………………………………………………………………. 1
- EKONOMİK ANLAMDA FAİZ…………………………………………………………………. 1
- HUKUKİ ANLAMDA FAİZ………………………………………………………………………. 2
- ÖZEL HUKUKTA……………………………………………………………………………………… 2
- KAMU HUKUKUNDA………………………………………………………………………………. 2
- VERGİNİN İADE SEBEPLERİ……………………………………………………………….. 3
- HAKSIZ TAHSİL HALİ…………………………………………………………………………….. 3
- YANLIŞ ÖDEME HALİ…………………………………………………………………………….. 3
- YASAL GEREKLERLE İADE HALİ………………………………………………………….. 4
- YARGI KARARI SEBEBİYLE İADE HALİ……………………………………………….. 5
III. VERGİ İADESİNDE FAİZ ÖDENMESİ…………………………………………………. 6
- YASAL DÜZENLEME……………………………………………………………………………… 6
- YASAL DÜZENLEMENİN KAPSAMI………………………………………………………. 9
- YASAYA RAĞMEN FAİZ ÖDENİP ÖDENMEYECEĞİ……………………………. 12
- KONUYA YARGI YERLERİNİN YAKLAŞIMI………………………………………… 14
- SONUÇ………………………………………………………………………………………………… 18
- KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………………. 20
KISALTMALAR
AATUHK : Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
age : Adı geçen eser
agm : Adı geçen makale
AYM : Anayasa Mahkemesi
BİM : Bölge İdare Mahkemesi
C : Cilt
D : Danıştay
DVDDGK : Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulu
DxD : Danıştay Nolu Dairesi
E : Esas Numarası
İM : İdare Mahkemesi
İYUK : İdari Yargılama Usul Kanunu
K : Karar Numarası
KT : Karar Tarihi
md : Madde
s : Sayfa
Sy : Sayı
- : Ve benzeri
VM : Vergi Mahkemesi
VUK : Vergi Usul Kanunu
GİRİŞ
İncelemenin amacı, devlet tarafından haksız tahsil edilen verginin yargı yerinde iptali sebebiyle iadesi-geri verilmesi sırasında mükellefe mevcut hukuk sistemine göre ne şekilde faiz ödendiğinin tespiti ile bu konudaki yargı kararlarını da dikkate alarak olması gerekeni ortaya koymaktır.
Bu amaç doğrultusunda önce “faiz”in ekonomik ve hukuki tanımı yapılıp, vergi hukukundaki yeri belirlenip, yargı yerinin iptal kararı sebebiyle iadeyi öngören düzenlemenin mevcut algılanış şekli tespit edilip, anılan düzenlemeye yargı organlarının verdiği anlamlar örneklendirilerek, düzenlemenin hukuka uygunluk tahlili yapılacaktır.
I. FAİZİN TANIMI
A. EKONOMİK ANLAMDA FAİZ
Faiz kavramı ekonomik olarak, parayı bugün kullanmaktan vazgeçmenin bedelidir. Enflasyonun olmadığı ortamda bile bir kimse kendisine ait bir parayı bugün kullanmaktan vazgeçerek, onu bir başkasına kullandırıyorsa, faiz adı altında bunun getirisini almaktadır[1]. Her üretim faktörü nasıl ki üretime katılarak bir getiri elde ediyorsa, paranın getirisi de faizdir[2].
Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para, çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla, sahibine kazanç, kira, nema vs. adlar altında kimi ekonomik yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu yaratması yanında; yüksek enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yani alım gücünü enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olur[3].
Bu tanımlardan ortaya çıkan sonuç; faizin, öncelikle paranın getirisi olduğu, sonra da özellikle enflasyonist ekonomilerde, bir müddet elden çıkan paranın uğradığı değer kaybının telafisi aracı olduğu şeklinde ifade edilebilir.
B. HUKUKİ ANLAMDA FAİZ
1. ÖZEL HUKUKTA
Ödünç verilen bir paranın kullanılması sonucunda özel hukukta faiz, ya sözleşme hükümlerine bağlı olarak ya da kanun hükmüne dayanarak doğmaktadır. Tarafların sözleşme özgürlüğü gereğince kararlaştırdıkları faiz, sözleşmeden doğan faiz (akdi, ya da iradi faiz) olarak adlandırılan faizdir. Temerrüt faizi ise, gecikme nedeniyle verilmesi gereken ve yasa hükmüne dayanan bir faizdir[4]. Bu tanımda da ifade edildiği gibi, özel hukuktaki faiz tamamen tarafların iradesine bağlı olup, karşılıklı kararlaştırılan bir oran olabileceği gibi kanunun belirlediği orana da tabi olabilir.
2. KAMU HUKUKUNDA
Kamu hukukunda faize ilişkin düzenlemeler vatandaşın yükümlü olduğu ve devletin yükümlü olduğu faiz ödemeleri olarak sınıflandırılabilir.
Başka bir ifade ile; vatandaşın kamusal yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemesi sebebiyle faiz yükümlülüğü altına girebileceği gibi, devletin vatandaşa karşı yükümlülüklerini zamanında yerine getirememesi sebebiyle de devlet faiz yükümlülüğü altına girebilir. Kamu hukukunda Anayasal düzeyde doğrudan faizle ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak doktrinde, faizin Anayasal temelleri olarak;2. maddede düzenlenen, Mülkiyet Hakkı, 73. maddede düzenlenen Mali Güce Göre Vergi Alınması, 125. ve 129. maddede düzenlenen İdarenin Sorumluluğu ilkeleri sayılabilmektedir[5].
Yasal olarak ise faiz, değişik adlarda, 2577 sayılı yasada (28.m), 6183 sayılı yasada ve 213 sayılı yasada düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler bazen gecikme zammı şeklinde (6183 SK. 51. md.), bazen gecirme faizi (2577 SK. 28/6. md ve 213 SK. 112/4. md.) bazen tecil faizi (6183 SK. 48. md.) bazen haksız çıkma zammı (6183 SK. 58. md.) şeklinde ortaya çıkar.
Anayasanın 125. maddesi uyarınca, idarenin bir zararı ödemekle sorumlu tutulması halinde, yasal faize hükmedilmektedir. Devletin alacaklarını tahsil ederken ortaya çıkan gecikme sebebiyle uygulanan faiz konusunda da çokça tereddüt bulunmamaktadır. Ancak, devletin haksız tahsil etiği vergiyi iade ederken, buna faiz uygulanıp uygulanamayacağı veya faizin hangi aşamada uygulanacağı konusunda tereddüt ve farklı görüşler mevcut olup inceleme konusunu da bu konu oluşturmaktadır.
II. VERGİNİN İADE SEBEPLERİ
A. HAKSIZ TAHSİL HALİ
Vergi iadesinde faizi düzenleyen VUK 112/4. md.’de faiz gerektiren iade sebepleri belirlenirken fazla ve yersiz tahsil edilen vergiden bahsedilmekte olup, bunu kısaca haksız tahsil olarak ifade etmek mümkündür. Vergi idaresi mükelleften almaması gerektiği bir vergiyi almış veya alması gerekenden fazla tahsil etmiş olabilir. Bu durumda gerek idare resen gerekse mükellefin müracaatı üzerine haksız tahsil edilen vergiyi mükellefe iade edecektir. Tahsilat ile iade arasında çok uzun bir süre geçmiş olabilir. Enflasyonist bir ekonomide, haksız tahsil edilen verginin aynen iadesi mükellefi zarara sokacaktır. Çünkü idare haksız tahsil ettiği vergiyi (parayı) kullanarak ekonomik bir fayda sağlamış, mükellef ise bu faydadan mahrum kaldığı gibi enflasyon sebebiyle, parasının satın alma gücünde de azalma olacağından, bu zararın giderilmesi faizle olur. İşte bu durumda, faiz ödenmesi zorunlumudur ve ne zamandan itibaren faiz uygulanır, bu husus tartışmalıdır.
B. YANLIŞ ÖDEME HALİ
Vergi mükellefi ödememesi gereken bir vergiyi ödemiş veya yanlış beyanname sebebiyle fazla vergi ödemiş olabilir. Bu durumda da yanlış ve fazla ödenen verginin iadesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu halde de, paranın ekonomik kaybının faizle telafi edilmesi gerekmektedir. Ancak bunun ne oranda ve ne zamandan itibaren karşılanacağı muğlaktır.
Yasa lafzını esas alacak olursak: Fazla ve yersiz olarak tahsil edilen (yanlışlıkla fazla ödenen) vergi, mükellefin veya idarenin yanlışlığı fark edip idareye başvurmasıyla hemen anında faiziyle birlikte geri ödenmemekte, önce “mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi-belge” istenmektedir. Nitelik ve niceliği idare tarafından bilinen ve belirlenen bu bilgi-belgenin tamamlanmasından sonra idare sorgusuz-sualsiz üç ay geri ödeme yapmama lüksüne sahiptir. Üç ayın sonundan itibaren idare uygun bir zamanda(!) vergiyi iade edecek olursa; bu üç aydan sonra ve düzeltme fişini tebliğ ettiği tarihe kadar faiz ödeyecektir. İdarenin faiz ödeme yükümlülüğü mükellefin yitik(!) parasına kavuştuğu tarihe kadar olmayıp, idarenin iyi niyetinden haberdar olduğu düzeltme fişine kavuşuncaya kadardır. Düzeltme fişinden sonra, mükellef nakitine uzun süre kavuşmazsa tabii ki bu idarenin değil mükellefin sorunu olmaktatır.
C. YASAL GEREKLERLE İADE HALİ
Verginin bir başka iade sebebi ise yasa hükmünün ifadesi ile: “…vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergi”dir.
“Vergi kanunu hükmü gereğince iadesi gereken vergi” ibaresi, bir görüşe göre; kanunda öngörülen bir düzenleme çerçevesinde tahsil edilmiş, dolayısıyla kanuna uygun şekilde tahsil edilmiş, ancak iade edilmesi gereken bir vergiyi ifade etmektedir. Böyle bir durum, çeşitli özel düzenlemeler çerçevesinde sözkonusu olur. Buna örnek olarak, sene içinde stopaj yoluyla tahsil edilmiş verginin, sene sonunda ödenecek vergiden fazla olması halinde bu fazlalığın iade edilmesi, KDV iadesi –yürürlükten kaldırılan– ücretlilerde vergi indirimi uygulaması yoluyla sene içinde yapılan fazla vergi tahsilinin iadesi gösterilebilir[6].
Verginin fazla tahsil edilmesinin mükellefin hatasına dayandığı durumlarda elbette idare suçlanamaz. Ancak bu durumda da idari işleyişteki hizmet kusuru yine de mevcuttur. Çünkü hizmet kusuru için “hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi hali” gerekmektedir. Nitekim mükellefin gerek beyannamesindeki gerek idare ödeme yaparkenki yükümlülüğü aşan kısmı fark edip mükellefi uyarmamak, idare için “kötü işleyen” bir hizmettir. Çünkü çok teknik ve uzmanlık gerektiren hatta özel bir meslek sınıfı yaratan (mali müşavirlik ve muhasebecilik) vergi prosedürünü, mükelleflerin harfiyen bilmesi beklenemez. Bu sebeple, konunun uzmanı olan devlet vergiyi hakkıyla tahsil etmelidir. Bu anayasanın 73. maddesinin de bir gereğidir. Bu sebeple mükellefin yanlışlıkla fazla ödediği vergi de VUK 112/4. md. kapsamındadır.
D. YARGI KARARI SEBEBİYLE İADE HALİ
Haksız tahsil edilen ve iadesi gereken bir başka vergi türü de vergi yargısınca iptal edilen vergidir. Vergi mahkemesinin bir vergiyi iptal etmesi, o verginin hukuk dışı tahsil edildiği anlamına gelir. Hukuk dışı tahsil edilen vergi de elbette sebepsiz zenginleşmeye yol açar. Bu vergilerin iadesiyle ilgili 2577 sayılı yasanın 28. md.’de özel bir düzenleme mevcuttur. Buna göre, mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra, karar uyarınca tespit edilen iade edilecek vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ile zam ve cezalarının miktarı ilgili idarelerce mükellefe bildirilir. Kanun hükmü “Mahkeme kararının idareye tebliğinden itibaren infazın gecikmesi sebebiyle idarece kanuni gecikme faizi ödenir” şeklindedir. Görüldüğü gibi yasa hükmü, mahkeme kararının tebliğinden sonrası için faiz öngörmekte. Oysa tahsilatla mahkeme kararı arasında yıllar geçmiş olabilir. Tahsil edilen paranın satınalma gücü eridiği gibi, işletilemeyen paradan mahrum kalınan kazanç da vardır. Ancak yasa bu kayıpları gidermemektedir.
VUK 112/4. md. ise, ileride ayrıntılı izah edileceği üzere, yargı kararıyla iade edilen vergileri hiç kapsamıyor. Dolayısıyla tereddüt ve ihtilaf bu incelemenin konusu olan “yargı kararı gereği, iade edilen vergilere faiz ödenip ödenemeyeceği” konusunda meydana gelmektedir.
III. VERGİ İADESİNDE FAİZ ÖDENMESİ
A. YASAL DÜZENLEME
Vergi mükelleflerinin borçlu olmaları halinde, çeşitli şartların gerçekleşmesine bağlı olarak, ana borca ilaveten, fer’i nitelikte faiz ödemek zorunda kalmaları gibi, mükelleflerde devletten alacakları olması halinde, belli yasal şartların gerçekleşmesi ile fer’i alacak olarak faize hak kazanmaktadırlar[7].
Mükelleflerin devletten vergi alacağı (iadesi) söz konusu olunca, iade edilen vergiye faiz işletilmesi, 4369 sayılı yasa ile 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 112. maddesine eklenen ve 01.01.1999 yılında yürürlüğe giren 4. fıkra ile yasal zemine kavuşmuştur.
VUK’nun 112. maddesinin 4. fıkrasında “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara üç aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz, 120. madde hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir” hükmü düzenlenmektedir.
Anılan düzenleme ile, mükellefe iade edilen vergilerle ilgili olarak hangi hallerde faiz ödeneceğinin tespiti için yasa hükmünün unsurları ele alınacak olursa:
1- Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken bir vergi olmalıdır.
Fazla veya yersiz tahsil, idarenin hatasından kaynaklanabileceği gibi, mükellefin hatasından da kaynaklanabilir. Hangi sebeple olursa olsun fazla veya yersiz bir vergi tahsil edilmiş olmalıdır. Yasa lafzı “veya” bağlacı kullanarak birbirin alternatifi iki durum düzenlemiştir. Bu iki durum ayrı ayrı gerçekleşebilir. Çünkü “fazla” tahsilat her hal ve durumda iade sebebidir. Yine “yersiz” (yasal temeli olmayan-hakedilmeyen) verginin de iadesi gerekir. Dolayısıyla ortada ya fazla tahsil edilen veya yersiz (hukuksuz) tahsil edilen bir verginin iadesi sözkonusu olmalıdır.
Bunun yanında vergi kanunları gereği iadesi gereken vergiler de bu yasa hükmünün kapsamındadır. Buna örnek olarak, stopaj yoluyla tahsil edilen verginin sene sonunda ödenecek vergiden fazla olması halinde bir fazlalığın iade edilmesi, KDV iadesi, -yürürlükten kaldırılan- ücretlilerde vergi indirimi uygulaması yoluyla sene içinde yapılan fazla vergi tahsilinin iadesi gösterilebilir[8].
2- Mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlanmış olması gerekir.
İade edilecek vergiye faiz işletilebilmesi için, konulan bu koşul muğlak ve mükellefi zora sokacak bir koşuldur. Çünkü ilgili mevzuat gereği tamamlanması gereken bilgi-belge’nin ne olduğu, hatta ilgili mevzuatın ne olduğu belli olmadığı gibi, gerekli belge-bilgi idarenin inisiyatifi ile her zaman değişebilir ve sayısı-türü artabilir. Bu sebeple bu konu idare lehine ve mükellef aleyhine, faiz hakkını zora sokan bir maddedir. Hatta bu düzenlemenin, kanunla düzenlenmesi gerekirken Maliye Bakanlığı’nın keyfine bırakılmasının kanunilik ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmektedir[9].
3- Verginin belge bilginin tamamlanmasından sonra üç ay içinde iade edilmemiş olması gerekir.
Buna göre, haksız alınan verginin iadesi için belge-bilgi toplama faslından ayrı mükellef aleyhine gerek hukuki gerek mali hiçbir sebebi bulunmayan üç aylık bir fasıl daha eklenmektedir. Bunun sonucu olarak, mükellef, fazla ve yersiz tahsil edilen vergisinin iadesi için şekli, sayısı ve türü belirsiz belge bilgi toplamakla bir zaman geçirmekle kalmayacak, belge-bilginin tamamlanmasından sonra üç ay bekleyecek, üç ay sonunda da vergisi iade edilmezse bundan sonraki ödeme süresi için “tecil faizi oranında” faize hak kazanacaktır. Zaten yasa hükmünde haksızlığa yol açan kısımda bu kısımdır. Mükellef aleyhine-devlet lehine, izahı kabil olmayacak şekilde müphem bir belge-bilgi toplama zamanı ile müteakip üç aylık bir zaman dilimi, faizsiz dönem olarak düzenlenmektedir. Bu da devlet lehine Anayasanın 2. ve 10. maddelerini, hatta 73. maddesini ihlal eden bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü belge-bilginin niteliği ve sayısı belirsiz olduğu gibi, ihtilafın diğer tarafı olan devlet (idare) bu nitelik ve sayıyı belirleyecek olan mercidir. Dolayısıyla, idarenin yukarıda belirtilen maddeler aleyhine eşitler arasında birinci olma konumu doğmuştur.
4- Düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar faiz işletilecektir.
Burada da mükellef aleyhine bir düzenleme sözkonusudur. Çünkü, faizi tanımlarken, parayı kullanamamanın bedeli olarak ifade edilmişti. Hal böyle olunca adil bir faiz düzenlemesinin de, haksız tahsil edilen kısmın (paranın) mükellefin cebinden çıktığı tarih ile gerisin geri cebine girdiği tarih arasında faiz öngörmesi gerekir. Oysa yasa hükmünde, faiz başlangıcında mükellef aleyhine süre uzatıldığı gibi faizin bitiş tarihinde de, faiz tanımının gereğine uyulmamıştır. Çünkü yasa hükmü “düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihi” faizin bitiş noktası olarak belirlenmiştir. Oysa bu tarih, mükellefin cebinden haksız çıkan paranın cebine geri döndüğü tarih anlamına gelmemektedir.
5- 6183 sayılı kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında faiz hesaplanacaktır.
Tecil faizi 6183 sayılı yasanın (AATUHK) 48.md.’de düzenlenmiştir. Buna göre idare, mükellefin kesinleşmiş borcunun tahsilini tecil eder (erteler). Bunun karşılığında da, tecil faizi uygular.
Tecil faizinin oranının diğer feri borç niteliğindeki faizlerden daha düşük olmasının nedeni, tecil kurumunda mükellefin idareyle anlaşmasına bağlı oluşundan kaynaklanır. Tecil faiz oranı yasada belirlenmemiş olup tecile yetkili makamca belirlenmektedir[10]. Bu oranlar yıllık olarak genel tebliğlerle belirlenip alenileştirilmektedir.
Burada da mükellef aleyhine bir durum sözkonusu olmakla birlikte adil bir denge vardır. Çünkü idare zor durumdaki mükellef için belirlediği düşük oranlı tecil faizini kendisi temerrüde düşünce de uygulamaktadır. Oysa mükellefin, enflasyon sebebiyle uğradığı değer kaybı tecil faizinin çok üzerinde olabilir. Bu yönüyle ise, tecil faizinin gerçek zararı karşılama amacına hizmet etmediğini söylemek gerekir.
6- Hesaplanan faiz VUK 120. md. Hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir.
Buradan “sadece VUK 120. md. Hükmüne göre red ve iadesi gereken vergi için faiz ödeneceği” anlamı çıkarılmaktadır[11]. Ancak, yasa hükmünün başlangıcındaki “fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin…” ibaresinden fazla veya yersiz olduğu anlaşılan her tür vergin bu kapsamda olduğu sonucunu çıkarmak da mümkündür. Eğer yasa maddesinin kapsamını bu şekilde kabul edersek, buna yargı yerinin iptal ettiği vergiler de dahil olur. Çünkü yargı yerinin iptal kararı verginin, “fazla ve yersiz” olduğu anlamına gelir. Ancak, madde bir bütün olarak ele alınınca bu maddenin, yargı kararı ile iptal edilen vergi iadelerini kapsamadığı sonucu çıkmaktadır. Zaten ihtilaf bu konuda olmayıp bu yasal düzenlemenin iptal kararı üzerine iade edilen vergiye faiz işletilip işletilmeyeceği yönündedir.
Vergi iadelerinde faiz uygulamasına ilişkin yasal düzenleme ve unsurları bu şekilde olup, bu yasa hükmü uyarınca veya bu yasa hükmüne rağmen vergi iadesi gerektiren her durumda faiz işletilip işletilmeyeceği, başlangıç ve bitiş süresinin ne olacağı tartışmalıdır. Hatta bu düzenlemenin faiz hakkı sağlayan bir düzenleme olmak bir tarafa, genel hükümlere göre faiz işletilmesinin pozitif engeli olduğu bile düşünülebilir.
Nitekim bir makalede yasa hükmü ile ilgili, “Ancak bu hükmün, mahkemece iadesine karar verilen vergiler için faize de hükmedilmesi gerektiğini ifade eden bir düzenleme olmadığı açıktır” görüşüne yer verilmiştir[12].
B. YASAL DÜZENLEMENİN KAPSAMI
Vergi Usul Kanunu’nun 112/4. maddesinin düzenleme alana yukarıda da izah edildiği üzere;
ê fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin ve,
ê vergi kanunları gereği iadesi gereken vergilerin iadesi halinde ödenecek tecil faizidir.
Burada, kanunlar gereği iadesi gereken vergi tanımı muğlak değildir. Vergi düzenlemesine ilişkin mevcut kanunlar veya yeni çıkacak bir kanun, tahsil edilmiş bir verginin iadesini öngörmüş olabilir. Ancak “fazla veya yersiz tahsil edilen vergi” kapsamına nelerin girebileceği konusu muğlaktır. Örneğin vergi mahkemelerinde görülen davalar sonucu mahkemenin iptal ettiği ancak önceden tahsil edilmiş olan verginin, bu hüküm kapsamına girip girmediği tartışmalıdır.
Hemen şunu belirtmek gerekir ki, vergi mahkemelerince iptal edilen bir verginin iadesi usulünü düzenleyen tek hukuki (yasal) düzenleme de VUK 112/4. md.’deki bu hüküm değildir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin 5 ve 6. bendlerinde de bu konuda bir düzenleme vardır. Üstelik bu düzenleme, VUK 112/4. md.nin, yargı kararı gereği iadesi gereken vergileri kapsamadığı düşüncesinin dayanağı olarak da görülmektedir[13]. Nitekim Danıştay 3. Dairesi bir kararında, “vergi mahkemesi kararları üzerinde idarelerce yapılacak eylem ve tesis edilecek işlemler ile kararların uygulanmaması halinde izlenecek yolların karara bağlandığı 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 28. maddesinden farklı bir konuyu düzenleyen, dolayısıyla mahkeme kararları üzerine idarelerce yapılacak vergi iadesi ve faiz uygulamalarıyla bir ilgisi de bulunmayan 213 sayılı yasanın 112. maddesinin 4. fıkrasına göre mükelleflere faiz ödenmesi haksızlığı veya yersizliği ilgillerce belgelenmesi nedeniyle iade edilen vergilere uygulanabileceğinden… faiz istemini, sözü edilen düzenleme kapsamında görerek yazılı gerekçesiyle (mükellef lehine) sonuçlandıran vergi mahkemesi kararının bu konudaki hüküm fıkrasında hukuka uygunluk bulunmamaktadır”[14] gerekçesine yer verilmiştir. Buna göre Daire, 2577 sayılı yasanın 28. maddesindeki düzenleme sebebiyle VUK 112/4. maddesinin yargı yerince iptal edilen vergilerin iadesinde uygulanamayacağı görüşündedir. 2577 sayılı yasanın 28. maddesinin 5. ve 6. fıkralarındaki düzenleme şu şekildedir:
“…………………………………………………………………………………………..
(5) Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.
(6) Tazminat ve vergi davalarında kararın idareye tebliğinden itibaren infazın gecikmesi sebebiyle idarece kanuni gecikme faizi ödenir.”
Bu yasa hükmünün düzenleme alanı görüldüğü üzere; vergi mahkemelerinin iptal kararları sebebiyle ödenecek gecikme faizidir. Ancak, buradaki nüans; mahkeme kararının tebliğinden sonra infazın gecikmesi sebebiyle gecikme faizidir. Yasa hükmünde, verginin haksız tahsili ile, mahkeme kararının infazına kadar geçen süre için faiz ödenmesine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
VUK 112/4. md.’de de, lafzi olarak, vergi yargısının iptal ettiği vergilerin iadesi haline yer verilmemiştir. Ancak, yasa hükmünün başlangıcındaki “fazla veya yersiz olarak tahsil edilen” ibaresinden, vergi yargısının iptal ettiği bir verginin bu kapsamda olduğu sonucuna varılabilir. Ancak yasa hükmünün anlamsız bir şekilde ilişki kurduğu son cümlesindeki “120. madde hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir” ifadesi, bu hükmün VUK 120. md. Uyarınca iadesi gereken vergilerle sınırlı olduğu, mahkeme kararı gereği iade edilen vergileri kapsamadığı sonucunu doğurmaktadır. Zaten ihtilafta bu hükmün vergi yargısı kararı gereği iade idelin vergileri kapsayıp kapsamadığından ziyade, gerek VUK 112/4 gerekse 2577 sayılı yasanın 28/5-6. maddelerinin bu düzenlemeleri karşısında; haksız tahsilden itibaren infaz tarihine kadar devletin faiz ödemeye mecbur bırakılıp bırakılmayacağıdır.
Nitekim yukarıda anılan Danıştay 3. Dairesi kararında, VUK 112/4. maddesinin mahkeme kararları üzerinde idarelerce yapılacak vergi iadesi ve faiz uygulamalarıyla bir ilgisi bulunmadığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu maddeden hareketle faize hükmeden vergi mahkemesi kararını bozmuştur.
Bütün bu açıklamalar ışığında; VUK’nun 112/4. md.den hareketle, vergi yargısının iptal kararı uyarınca iade edilen vergilere faiz uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. 2577 sayılı yasanın 28/5-6. maddeleri de mahkeme karanının geç infazı sebebiyle kararın tebliğinden sonraki kısmı düzenlenmektedir. Peki, bu iki yasal düzenlemenin açıkça yer vermemesi, yargı yerince iptal edilen verginin iadesinde, haksız tahsilden itibaren faiz ödenmesine mani midir? Bunun cevabını bulmak gerekir.
Bir düşünceye göre, faizle ilgili özel düzenlemeler mevcut olup bu düzenlemelerde açıkça, yargı yerlerinin iptal kararı üzerine iade edilen vergiler düzenlenmediğinden, yasanın düzenlemediği bir yükümlülük idareye yüklenemez[15]. Bu doğrultudaki bir başka görüşe göre; “VUK 112/4. yürürlükte olduğu sürece, idarenin Anayasadan kaynaklanmakta olan genel sorumluluk kurallarına başvurulması mümkün değildir. İptal edilene ya da kanun koyucu tarafından kaldırılana kadar VUK md. 112 b.4’e uyulması şarttır. İlgililere idarenin hukuka aykırı işlemlerine karşı yargı yolunu düzenleyen Anayasaya dayalı-genel hükümlerden (İYUK md.2, md.12 ve md.13) hareketle VUK md.112 b.4’ün uygulanmaması yoluna gidilemez. Çünkü özel bir düzenleme (lex specialis) olan VUK md. 112 b.4, İYUK md.2, md.12 ve md.13 karşısında uygulama önceliğine sahiptir.”[16] Bu düşünce sahibi düşüncesini yasa maddesinin gerekçesi ile desteklemektedir[17]. Nitekim; bu düzenlemeyi içeren tasarının Plan ve Bütçe Komisyonu ile TBMM Genel Kurunla sunuluşu sırasında da, düzenlemenin mahkeme kararları üzerine yapılacak iadelerle bir irtibatının bulunmadığı, kesinleşen mahkeme kararları üzerine idarelerce yapılacak vergi iadelerine ilişkin usul ve esasların 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer aldığı ve uygulamanın bu yasaya göre yapılmakta olduğu belirtilmiştir[18].
C. YASAYA RAĞMEN FAİZ ÖDENİP ÖDENMEYECEĞİ
Bütün bu açıklamalar ışığında VUK 112/4. maddesinden hareketle vergi yargısı kararı gereği iadesi gereken vergilere, tahsilden itibaren faiz uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. Ancak yasanın bu düzenlemesine rağmen, vergi yargısı kararı gereği iade edilen vergilere faiz uygulanmasına mani bir hal olmadığı gibi Anayasanın, idari yargının sorumluluk hukukuyla ilgili yerleşik uygulamalarının ve hakkaniyetin de gereğidir.
Öncelikle yasal düzenlemenin sadece haksız veya yersiz alınan verginin iadesini düzenliyor olması, haksızlığı yargı kararıyla ortaya konulan vergin iadesinde de faiz uygulanmasını engelleyici bir hüküm olarak yorumlanamaz. Hem yasa hükmünde bu konuda açık bir sınırlama yoktur hem de faizle telafi edilebilecek mükellef aleyhine idare lehine bir sebepsiz zenginleşme söz konusudur. Yasanın böyle bir faiz düzenlemesine yer vermediğini söyleyerek faiz uygulamamak Anayasanın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti, 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik, 73. maddesinde düzenlenen herkesten mali güce göre vergi alınması ve 125. maddesinde düzenlenen, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olması ilkesiyle bağdaşmaz. Eğer kanun hükmünde açıkça, yargı kararı gereği iadesi gereken vergilere faiz uygulanmayacağı hükmü düzenlenmiş olsa idi o zaman, anılan Anayasal ilkelere rağmen faiz ödenmesi sözkonusu olmazdı. Sadece yasanın Anayaysa aykırılığı başvurusunda bu ilkelere müracaat edilirdi. Ancak burada, fazla ve yersiz alınan vergin iadesinde uygulanacak faizin ilkeleri belirlenmiş olup bunun dışında yasaklayıcı bir kural konulmayarak hukukun genel ilkelerine göre doldurulabilecek bir boşluk yaratılmıştır. Hal böyle olunca da bazı Anayasal ilkeler ve sorumluluk hukukuna ilişkin genel ilkelerinden hareketle yargı yerince iptal edilen vergi için tahsilden itibaren faiz işletilmesine yasal bir engel bulunmamaktadır.
Faiz, yukarıda paranın getirisi ve elden çıktığı müddetçe uğradığı değer kaybının karşılığı olarak tanımlanmıştı. Mahkeme kararı ile iptal edilen ve tahsil edilmiş olan vergi de, mükellef için mahrum bırakılan ekonomik bir varlıktır. Bu varlıktan bir dönem mahrum kalmak, hem onu kullanarak elde edeceği kazançtan hem de, enflasyon sebebiyle satınalma gücünden mahrum kalmak sonucunu doğurur. Bu sebeple, hukuk dışı tahsil edilen vergi, mükellefe verilen maddi bir zarardır.
Devlet tarafından şahıslara verilen zararın tazminini düzenleyen özel bir yasal düzenleme bulunmayıp, bu gibi durumlarda Anayasanın 125/son maddesinde düzenlenen “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür” hükmü referans alınmaktadır. Buna göre idarenin sebep olduğu zarar, kusursuz sorumluluk veya hizmet kusuruna dayalı sorumluluk ilkelerine göre ödenir. Hizmet kusuru ise; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi şeklinde tezahür eder. Hukuka aykırı olduğu için vergi yargısınca iptal edilen bir vergi tahsilatı, kötü işleyen bir hizmet olup, hizmet kusurunu ifade eder.
Bu sebeple vergi yargısınca iptal edilen her vergi işlemi hizmet kusurunu içermekte olup, bunun sonucu oluşan maddi zararın ödenmesi yukarıda anılan Anayasal ilkenin gereğidir. Burada tazmin edilecek zarar ise gerçek zarar olmalıdır. Gerçek zararın içinde, haksız tahsil edilen vergi miktarı yanında, iade edilen vergi bedelinin değer kaybını karşılayacak faizinde olması gerekir. Aksi takdirde zarar kısmen karşılanmış olur. 2577 sayılı yasanın 28. maddesindeki düzenleme de bu zararı karşılamak için yetersizdir. Çünkü, bu yasa hükmü vergi yargısı kararının tebliğinden sonraki zararın telafisini içermekte olup, haksız tahsil ile iptal kararı arasındaki süreyi telafi etmemektedir.
Şu durumda, VUK 112/4. maddesinin yargı kararı gereği iade edilen vergiler için faiz ödeme şeklini düzenlemediği, ancak bunu engelleyen bir hüküm de içermediği, 2577 sayılı yasanın 28/5-6. maddesinin ise yargı kararının tebliğinden sonrayı kapsayıp haksız tahsilden iptal kararına kadarki dönemi kapsamadığı, bu dönemle ilgili olarak Anayasa ve sorumluluk hukukunun genel ilkelerine göre faiz ödenmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
D. KONUYA YARGI YERLERİNİN YAKLAŞIMI
Bu konuda Danıştay Vergi Dairelerinin farklı yaklaşımları mevcuttur. Danıştay 3. Dairesi bir kararında “yargı kararı üzerine izlenecek yolun 2577 sayılı yasanın 28. maddesinde düzenlendiği, 213 sayılı yasanın 112/4. maddesinin mahkeme kararı üzerine vergi iadesini düzenlemediği, faiz istemini, sözü edilen düzenleme kapsamında görerek mükellef lehine hükmeden vergi mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmadığı” hükmüne yer vermiştir[19]. Dairenin bu kararına göre, VUK 112/4. maddesinin yargı kararı gereği iade edilen vergilerle ilgisi olmadığı gibi 2577 sayılı yasanın 28. maddesi karşısında bu kurala dayalı olarak faize de hükmedilemez. Yine Danıştay 9. Dairesince verilen bir kararda da “…mahkeme tarafından, davacı kurumun hukuka aykırı biçimde banka mevduat hesabına haciz tatbik edilmesinde hizmet kusur bulunduğu belirtilerek faize hükmedilmiş ise de, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 112. maddesinin 4. fıkrasına göre mükelleflere faiz ödenmesine ilişkin koşulların oluşmaması karşısında, idare aleyhine genel hükümlerden hareketle faize hükmedilmesi olanağı bulunmamaktadır” gerekçesiyle faize hükmeden mahkeme kararını bozmuştur[20]. Daire bu kararıyla, VUK 112/4. maddesinin, genel hükümlerine göre faizin hükmedilmesinin yasal engeli olduğunu ifade etmiştir.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun ise bu konuda iki türlü kararı mevcuttur. Bir kararında “…mahkeme kararları üzerine idarelerce yapılacak vergi iadesi ve faiz uygulamalarıyla bir ilgisi de bulunmayan, 213 sayılı yasanın 112. maddesinin 4. fıkrasına göre mükelleflere faiz ödenmesi, ilgililerce belgelenmesi şartıyla haksızlığın veya yersizliğin açık olması nedeniyle iade edilen vergiler nedeniyle mümkün olup, davacının ihtirazi kayıtla verdiği beyanname üzerinden adına tahakkuk ettirilen vergilerin dava konusu edilen kısmının hukuka uygunluğu incelenerek mahkemece iadesine karar verilmesi halinde bu hükme göre faiz ödenmesi olanaksızdır” gerekçesiyle 112/4. madde uyarınca faize hükmeden İzmir 2. Vergi Mahkemesinin 23.02.2006 gün ve E.2006/158 K.2006/150 sayılı ısrar kararını kaldırmış ve Danıştay 3. Dairesin 03.02.2005 gün ve E.2004/912 K.2005/295 sayılı kararını onamıştır.
Buna karşılık Genel Kurul 18.10.2006 tarihli kararında herhangi bir gerekçe sunmaksızın bu içtihadından vazgeçmiştir[21]. (DDDGK. E.2006/87, K.2006/287) Ancak Genel Kurulun faiz verilmemesi gerektiği yönündeki kararı daha yeni tarihli olduğundan faiz verilmemesi yönündeki içtihadından vazgeçmediğini anlıyoruz[22].
Yargı kararı sonrası iade edilen vergilere sorumluluk hukukunu gerekçe yaparak faiz ödenmesi gerektiği yönünde ilk karar veren ve bu kararını istikrarlı bir şekilde sürdüren ise Danıştay 7. Dairesidir. Danıştay 7.D. bir ilk olan emsal kararında, VUK md.112, b.4’ün idarenin sorumluluğuna ilişkin genel kurallara başvurmasını engellemediği görüşünü savunmuştur. Yüksek Mahkemeye göre, “hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki bir zararın ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranması düşünülemez. Aksine anlayış: Devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın temin için de, açık yasa hükmü aranması sonucunu götürür ki, böyle bir anlayış, anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan ‘idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür’ amir hükmü ile bağdaştırılamaz. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun …112’inci maddesinin 3’üncü fıkrası (…) ile …4’üncü fıkra (…) … hükmü de, Anayasa ve Hukuk Devleti ilkesine aykırılığı açıklanan söz konusu anlayışa hukuki dayanak olamaz”[23].
- Daire konuyla ilgili bir başka kararında da, benzer tüm kararlarında kullandığı şu gerekçeye yer vermiştir: “İdarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusur oluşturacağı ve bu işlem ve eylemlerden doğan zararların idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edileceği, Danıştay’ın öteden beri istikrarlı biçimde uygulanagelen içtihadıdır. Vergi idareleri de, kuruluş görev ve yetkileri bakımından birer kamu idaresidir. Anılan içtihat karşısında, hizmet kusuru oluşturacak hukuka aykırı vergilendirme işlemlerinden vergi mükellefleri için doğan zararların, işlemi yapan vergi idaresi tarafından karşılanması, açıklanan anayasal kuralın ve Hukuk Devleti ilkesinin gereğidir.”[24]
Danıştay 7. Dairesi’nin, “ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para…” diye başlayan faiz tanımından sonra yukarıdaki gerekçelerle devam eden kararları, genel hükümlere göre faiz verilmesi gerektiği yönünde düşünen tüm yargı yerlerince de kabul görmüş ve referans karar olarak aynen kullanılmıştır.
Nitekim Aydın Vergi Mahkemesi’nin bir kararında “hukuka aykırı tahsilatla bir zarar doğduğu, zararın devletçe tazmini için açık yasa hükmü aranmayacağı, bu zararların kusurlu sorumluluk esasına göre tazmininin Danıştay’ın yerleşik içtihadı olduğu, hukuka aykırı işlem sebebiyle uğranılan zararın karşılanmasının hukuk devleti ilkesi gereği olduğu” gerekçesiyle haksız tahsil edilen verginin gerekçesiyle tahsiline karar verilmiştir[25].
Ancak, bu konudaki hukuki tartışmayı sona erdirecek karar Aydın Bölge İdare Mahkemesince verilmiştir[26]. Adalet Bakanlığı İşyurtları Kurumuna bağlı olan kantin ve otoparka ilişkin ihtirazi kayıtla beyan edilip ödenen 2007/1-3 dönemine ait kurum geçici vergisi ve damga verginse ilişkin açılan davada Aydın Vergi Mahkemesince davanın vergilerle ilgili kısmının kabulüne yasal faiz talebinin reddine karar verilmiş olup, karara Aydın BİM’de itiraz edilmiştir. Aydın BİM itiraz incelemesi sırasında VUK 112/4. maddesini “uygulanacak kural” olarak yorumlayarak, bu hükmün, Anayasanın 2, 10 ve 34. maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. BİM kararında, yasa hükmü, AY 2. md. düzenlenen Hukuk Devleti ilkesinin, yasaların genelliği ve eşitliği unsuruna, AY 10. md. düzenlenen eşitlik ilkesine (Devletin kendi alacağına faiz uygulayıp borcunu ya eksik ödeyip ya da hiç ödememesi), AY 35. md. düzenlenen mülkiyet hakkına aykırılığı vurgulamıştır. BİM, haksız tahsil edilen verginin faizsiz iadesinin enflasyonist ekonomilerde mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğuracağı gerekçesine yer verilmiştir. Kararda ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 09.03.2006 gün ve 100162/02 sayılı Eko-Elda Avee/Yunanistan kararını referans almıştır. 23.10.2009 tarihine kadar bu müracaat neticelenmemiştir. Ancak, müracaat 5 ayda neticelenmeyince BİM dosyayı mevcut mevzuata göre karara bağlamıştır. Mahkeme bu kararında, yukarıda anılan Danıştay 7. Dairesi kararındaki yaygın gerekçeyi kullanarak, genel olarak sorumluluk hukuku ilkelerine göre faize hükmetmiştir[27].
Burada konuyla ilgili olan ve adeta klasikleşip her makale veya eserde örnek gösterilen AİHM’nin yukarıda belirtilen kararını irdelemek ve iç hukuktaki ihtilaflarda referans almak gerekir.
AİHM’nin 09.03.2006 tarihli Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında[28]; kurumlar vergisini zarar beyan ederek geri isteyen davacıya vergi 5.5 yıl sonra iade edilmiştir. Gecikme süresince idare faiz ödememiş ve konu AİHM’ye intikal etmiştir. Sözkonusu kararda AİHM sözleşmenin 1 nolu protokolünün 1. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir.
Bir an, VUK 112/4. md. sebebiyle yargı kararı sonucu iade edilen vergilerde faize hükmedilemeyeceğini kabul etsek bile, AY’nın 90. md. delaletiyle, AİHS’nin 1 nolu ek protokolün 1. md. burada üst norm halini alacak olup, AİHM’nin yukarıda anılan kararı referans alınarak yine de haksız tahsilden itibaren faize hükmedilebilecektir. Nitekim doktrinde bu düşünceyi ifade eden (teyit eden) görüşler mevcuttur. Bu görüşe göre; vergi yargıçlarının, vergi iadelerine ilişkin ihtilaflarda her zaman hukuka aykırı eylem ve işlemler dolayısıyla vergi yükümlülüğünün mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediği yönündeki soru üzerinden değerlendirme yapması, İHAS P1-1’i “esas alarak”, yani uygulayarak, yükümlü zararının telafisi yönünde karar vermesi beklenir. Çünkü vergi yargıçlarının vergi davalarında hak ihlali ekseninde bir okuma zeminine geçişinin ve İHAS çerçevesinde yargısal çözüm üretilebilmesinin hukuksal temeli ve gereği Türk hukuk düzeninde mevcuttur. Kamulaştırma davaları konusunda İHAM’a Türkiye’den taşınan yüzleri bulan davaya vergi davalarının da eklenmemesi vergi yargıçlarının bu konudaki içtihadına bağlıdır[29].
IV. SONUÇ
Haksız tahsil edilen vergilerin iadesi sırasında faiz ödenmesi konusu 213 sayılı VUK ve 2577 sayılı İYUK’da düzenlenmiştir. Ancak VUK’daki düzenlemenin, yargı yerlerince iptal edilen vergilerin iadesinde de geçerli olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca bu hükme göre faiz haksız tahsilatı kapsayan tüm zaman için değil, yasada belirlenen ve muğlak bir başlangıç içeren tarihten üç ay sonrası içindir. Sürenin başlangıcı ise, niteliği ve sayısı belirsiz belge-bilginin mükellefçe temin edilip idareye sunulmasından sonradır. Kaldı ki bu maddede düzenlenen “haksız ve yersiz tahsil edilen vergilere” vergi yargısının hukuka aykırı bulup iptal ettiği vergilerin dahil olmadığı görüşü ağırlıklıdır. Vergi yargısının iptal kararı üzerine iade edilen vergilere faiz uygulamasını düzenleyen diğer yasa kuralı olan İYUK 28/5-6. madde hükümleri ise mahkeme kararının tebliğinden sonrasını düzenlemektedir. Dolayısıyla gerçek zararı telafi etmemektedir. Bu zararı hangi hukuki zeminde tazmin edeceği hususu tartışmalıdır.
Danıştay Vergi Dairelerinde 7. Daire dışında oluşan içtihatlar, VUK 112/4. md. hükmü varken ve bu hüküm lehe düzenleme yapmadığından bu dönem için faiz verilemez şeklindedir. 7. Dairenin içtihadı ise, Anayasal ilkeler ve hukukun genel ilkeleri gereği, devletin hizmet kusuru sebebiyle meydana gelen zararı tazmin anlamında faiz ödemesi gerektiği ve VUK 112/4. md.nin buna mani olmadığı şeklindedir.
Gerçekten hem VUK 112/4 ve İYUK 28/5-6 maddelerinde açık yasaklayıcı hüküm olmaması hem de Anayasanın 125/son maddesinde düzenlenen, idarenin sorumluluğu ilkesi gereği, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla sabit olan vergi işlemi sebebiyle doğan gerçek zararın tazmin edilmesi gerekir. Hem buna mani bir yasal düzenleme yok hem de bu tazmin Anayasanın 125. maddesinin amir hükmünün gereğidir. Ayrıca bu uygulama Danıştay İdari Dava Dairelerinin sorumluluk hukuku ile ilgili yaygın ve yerleşik içtihatlarıyla da uyumlu olacaktır.
Kaldı ki AY 90. md. delaletiyle AİHS’nin 1 nolu protokolünün 1. md. resen uygulanarak ve de konuyla ilgili AİHM kararları referans alınarak faize hükmetmek, VUK 112/4. md.’ye aykırı olsa bile hukuka aykırı olmayacaktır.
Elbette bundan da net ve tartışmasız çözüm VUK 112/4. md. ile ilgili Aydın BİM müracaatının AYM tarafından kabul edilip, yasa hükmünün iptal edilmesidir.
V. KAYNAKÇA
- SONSUZOĞLU Elif, Türk Vergi Hukukunda Fer’i Borç ve Alacak Olarak Faiz, İstanbul 2001.
- YAVAŞLAR Funda, Anayasal Bir Hak Olarak Vergi İadelerinde Faiz, (Makale), Vergi Dünyası Dergisi, Sayı 317, Ocak 2008, s.2-7.
- HACIGÜL Hasan, Vergi Mahkemelerince İadesine Hükmedilen Vergiler İçin Talep Edilen Faizde Son Durum, (Makale), Yaklaşım Dergisi, Ocak 2008, Sayı 181, s.1.
- YALTI Billur, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Yargıçları-Türk Yargıçları: Mülkiyet Hakkı Okumalarından Bir Örnek: Vergi İadelerinde Zaman/Değer Kayıpları, Danıştay’ın 139. Kuruluş Yıldönümü ve İdari Yargı Günü Sempozyumu-Tebliğ, s.15.
- Konuyla ilgili Danıştay, Bölge İdare Mahkemesi ve Vergi Mahkemesi kararları.
[1] SONSUZOĞLU Elif, Türk Vergi Hukukunda Fer’i Borç ve Alacak Olarak Faiz, İstanbul 2001, s.4.
[2] SONSUZOĞLU, age, s.5.
[3] Danıştay 7.D. 08.12.2005 gün ve E.2003/94, K.2005/3181.
[4] SONSUZOĞLU, age, s.6.
[5] YAVAŞLAR Funda, Anayasal Bir Hak Olarak Vergi İadelerinde Faiz, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı 317, Ocak 2008, s.2-7.
[6] YAVAŞLAR, agm, s.11.
[7] SONSUZOĞLU, age, s.101.
[8] YAVAŞLAR, agm, s.11.
[9] YAVAŞLAR, agm, s.13.
[10] SONSUZOĞLU, age, s.57.
[11] YAVAŞLAR, agm, s.11.
[12] HACIGÜL Hasan, Vergi Mahkemelerince İadesine Hükmedilen Vergiler İçin Talep Edilen Faizde Son Durum, Yaklaşım Dergisi, Ocak 2008, Sayı 181, s.1.
[13] DVDDGK, 26.03.2004 E.2003/307, K.2004/41.
[14] Danıştay 3. Dairesinin 03.02.2005 gün ve E.2004/91, K.2005/29.
[15] Danıştay VDDGK, 26.03.2004 gün ve E.2003/317, K.2004/41.
[16] YAVAŞLAR, agm, s.17.
[17] YAVAŞLAR, agm, s.17.
[18] Danıştay VDDGK, 26.01.2007 gün ve E.2006/182, K.2007/3.
[19] Danıştay 3. D., 03/02/2005 gün ve E.2004/912, K.2005/295.
[20] Danıştay 9. D., 26/03/2009 gün ve E.2007/6255, K.2009/1566.
[21] YAVAŞLAR, agm, s.15-16.
[22] Danıştay VDDGK, 26/01/2007 gün ve E.2006/182, K.2007/3.
[23] YAVAŞLAR, agm, s.15.
[24] Danıştay 7. D., 15/03/2005 gün ve E.2001/459, K.2005/370.
[25] Aydın VM 13/07/2007, E.2007/668, K.2007/983.
[26] Aydın BİM 21/05/2008, E.2008/486.
[27] Aydın BİM 27.11.2008, E.2008/486, K.2008/1132.
[28] YALTI Billur, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Yargıçları-Türk Yargıçları: Mülkiyet Hakkı Okumalarından Bir Örnek: Vergi İadelerinde Zaman/Değer Kayıpları, Danıştay’ın 139. Kuruluş Yıldönümü ve İdari Yargı Günü Sempozyumu-Tebliğ, s.15.
[29] YALTI, agm, s. 25.