DANIŞTAY 8. DAİRE 25.02.2004 TARİH 2003/3369 E. ve 2004/917 K. SAYILI KARARI IŞIĞINDA ADALET KAVRAMI
DANIŞTAY 8. DAİRE 25.02.2004 TARİH 2003/3369 E. ve 2004/917 K. SAYILI KARARI IŞIĞINDA ADALET KAVRAMI
Av. FİDAN ERMUMCU
Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı
İ Ç İ N D E K İ L E R
KISALTMALAR
ÖZET
GİRİŞ
1.İDARİ YARGILAMA USULÜNDE TANIK DELİLİ, İYUK M.31 VE DEĞERLEDİRMESİ
2.ADALET KAVRAMI
3.TABİİ HUKUK ve HUKUKİ POZİTİVİZM TEORİLERİNE GÖRE ADALET KAVRAMI
SONUÇ
KAYNAKÇA
KISALTMALAR
E…………………………… Esas
HMK……………………….. Hukuk Muhakemeleri Kanunu
İYUK ……………………….İdari Yargılama Usul Kanunu
K…………………………….Karar
m……………………………. Madde
ÖZET
Bu çalışmanın asıl konusu, adalet kavramının doğal hukuk ve hukuki pozitivizm teorileri açısından incelenmesidir. Doğru bir değerlendirme yapabilmek için, adalet kavramı açıklanmış, doğal hukuk ve hukuki pozitivizm teorileri üzerinde kısaca durulmuştur. Danıştay 8.Dairesi 2003/3369 E. 2004/917 K. Sayılı kararı ışığında bahsi geçen teorilerin ve adalet kavramının kısa bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: adalet, idari yargılama, tanık, doğal hukuk, hukuki pozitivizm
GİRİŞ
Bu çalışmada Danıştay 8. Dairesi’nin 25.02.2004 tarihli, 2003/3369 E. ve 2004/917 K. Numaralı kararı ışığında adalet kavramı doğal hukuk ve hukuki pozitivizm teorileri açısından incelenmiştir.
Temyize konu dava, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Eğitimi Anabilim Dalı doktora öğrencisi olan davacının 28.12.2012 tarihinde yapılan 2. ve son tez savunma sınavında başarısız olduğuna ilişkin 11.02.2012 gün ve 3/18 sayılı işlemin, uzun ve kapsamlı bir çalışma yaptığı, jüri üyelerinin dördünün olumlu yönde oy kullandığını, tez savunma sınavında başarısız olduğuna ilişkin karar gerekçesine çok şaşırdığını, jüri üyelerinden bu durumun sorulması üzerine başarılı olduğunun açığa kavuşturulacağı ileri sürülerek iptali istemine ilişkindir.
İdarenin savunmasının özeti ise, savunma tezini başarı ile savunamayan davacının tezine jüri üyelerinin oy birliği ile ret kararı verdikleri ve birlikte imzaladıkları tutanaklarla durumu enstitüye bildirdikleri işlemin hukuka uygun olarak tesis edildiği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği yönündedir.
Konya İdare Mahkemesi 2002/543 E. ve 2002/1690 K. Numaralı kararında ‘Uyuşmazlık konusu olayda, davacının tez savunma sınavında başarılı olduğunu, tutulan tutanağın sehven oybirliği ile ret kararının yazılmış olabileceğini gerek dava dilekçesinde gerekse 16.10.2002 günü yapılan duruşmada ifade etmesi üzerine, aynı günlü yapılan ara kararı ile davacını doktora tez sınavında jüri üyesi olarak bulunan 5 jüri üyesinde, ilgilinin doktora tez sınavında başarılı olup olmadığının, oybirliği ile verilen ret kararının sehven verilip verilmediğinin sorulması üzerine, ara karına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden .……. iki jüri üyesinin çalışmalarda önemli ilmi hatalar olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini, diğer üç jüri üyesinin ise çalışmayı olumlu bularak tutanağı imzaladıklarını beyan ettiği görülmektedir.’ diyerek , bu durumda üç jüri üyesinin olumlu oy kullandığının anlaşılması karşısında davacının sunduğu tezin kabul edilmesi gerekirken, davacının başarısız olması nedeniyle kaydın silinmesine ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiş ve dava konusu işlemin İPTALİNE oy birliği ile karar vermiştir.’ Diyerek idarenin işleminin iptaline karar vermiştir.
Davalı idarenin söz konusu kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay’ın vermiş olduğu bozma kararı ise şu şekildedir:
Karar: Uyuşmazlık; Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Eğitimi Anabilim Dalı doktora öğrencisi olan davacının, 28.12.2001 gününde yapılan tez savunma sınavında başarısız olduğuna ilişkin Enstitü Yönetim Kurulunun 11.02.2002 gün ve 3/18 sayılı işleminin iptali isteminden doğmuştur.
İdari Yargılama Usulü Yasasının 1. maddesinin 2. fıkrasında, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanacağı ve incelemenin evrak üzerinde yapılacağı, 20. maddesinde Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinin, bakmakta olduğu davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerince yapacakları, belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebileceği, 31. maddesinde ise, bu kanunda hüküm bulunmayan hususlarda, hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü, şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası hükümlerinin uygulanacağı kuralları yer almıştır.
İdare mahkemesince, davacının tez savunma sınavında başarılı olduğu ve tutulan tutanağa sehven oybirliği ile ret kararı yazılmış olabileceği yolundaki iddialar üzerine, ara kararı ile 5 jüri üyesine, ilgilinin doktora tez sınavında başarılı olup olmadığının, oybirliği ile verilen ret kararının sehven verilip verilmediği sorulmuş, cevaben gönderilen jüri üyelerinin ifadelerinden, 3 jüri üyesinin olumlu oy kullandığının anlaşıldığı gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir.
Anılan Yasa hükümleri ve yerleşmiş idari yargılama usulü ilkelerine göre; yazılı yargılama yapmak zorunda olan idari yargı yerlerinin kendiliğinden yapacakları her çeşit inceleme için, lüzum gördükleri ve taraflar veya ilgili yerlerden isteyebilecekleri evrak ve bilgiler kapsamında, tanık veya şahit dinlenmesi ya da ifade alınması şeklinde bir yöntem bulunmamaktadır. Ayrıca, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasına atıfta bulunulan konular arasında da bu yönde bir kural mevcut değildir.
Bu durumda, davacının iddiası ciddi bulunuyorsa başarılı olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak doğacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, idari yargılama usulünde yer almayan bir inceleme ve değerlendirme yöntemine dayalı olarak verilen İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine ve hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle Konya İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine 25.02.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
1. İDARİ YARGILAMA USULÜNDE TANIK DELİLİ, İYUK m. 31 ve DEĞERLENDİRMESİ
İYUK’un HMK’ya atıf yapmış olduğu 31. Madde şu şekildedir:
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller:
Madde 31 – 1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5/4/1990-3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı (…) (2) Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.
2.Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.
Tanık dinlemeye ilişkin olarak İdari Yargılama usulündeki düzenleme yukarıda belirtilmiş olup, m.31’de HMK’ya atıf yapılan hususlar arasında tanık delilinin zikredilmemiş olması uygulamada ve doktrinde birtakım tartışmalara sebebiyet vermektedir.
Tanıklık, davanın tarafları dışındaki kişilerin, dava ile alakalı bir vakıa hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bir bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir.
İdari yargılama usulünde tanık deliline ihtiyaç duyulduğu durumlar bulunabilmektedir. Bu ihtiyaçtan ötürü mahkemeler zaman zaman noterde verilmiş tanık beyanına itibar etmekte, mahalli bilirkişi adı altında tanık dinleme yoluna başvurmaktadırlar.
Danıştay, uzun yıllardır 31. Maddede tanık hakkında bir yollama olmaması ve idari yargılamada yazılı yargılama usulün kabul edilmiş olması sebebiyle tanık deliline başvurulamayacağı yönünde istikrarlı kararlar vermektedir.
Öğretiye gelince bir görüş tanık delilinin idari yargılama hukuku ile uyuşmadığını, yazılılık ilkesine aykırı olduğunu savunurken, diğer bir görüş tanık delilinin kabul edilebileceğini, re’sen araştırma ilkesi uyarınca da bu delile başvurmanın elverişli olduğunu, HMK’ya yapılan atıfta tanık delilinin zikredilmemiş olmasının, yasak olduğu anlamını doğurmayacağını belirtmektedir.
2.ADALET KAVRAMI
Hukuk düşüncesinin en temel kavramlarından birisi hiç şüphesiz “adalet” kavramıdır. Ancak tanımlanması en güç hukukî kavramlardan birisi de yine hiç şüphesiz adalet kavramıdır.
Adalet kavramının başlıca üç anlamı ve buna bağlı görevleri olduğu kabul edilmektedir. Bunlar ide, ideal ve normdur. İdeler, zihnimizde var olan görüntüler olup adalet kavramı somut bir görüntü olarak değil ide olarak karşımıza çıkmaktadır. İdeal ise ulaşılması zor olan kutsal amacı simgelemektedir. Bazı durumlarda adalet ideal olarak karşımıza çıkmaktadır. Norm ise adaletin en somut ve temel görevi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kural ne kadar iyi ve doğruysa hukuk düzen içinde adalet o kadar gerçekleşmiş demektir.
Hukukun genel teorisinde adalet kavramı hakkında birbirine muhalif iki büyük teori mevcuttur: tabii hukuk ve hukuki pozitivizm.
3.TABİİ HUKUK ve HUKUKİ POZİTİVİZM TEORİLERİNE GÖRE ADALET KAVRAMI
Tabiî hukuk anlayışında, bizatihi hukuk, adalet ile tanımlanır. Hukukun geçerliliğini kuran şey adalettir. Bu açıdan tabiî hukuk teorisini kısaca “bir kanun, kanun olmak için adil olmak zorundadır” diyen bir anlayış olarak tanımlayabiliriz. Diğer bir ifadeyle bir hukukî işlemin geçerli olabilmesi için, yani hukukî sonuçlarını doğurabilmesi için adaletin gereklerine uygun olması, onu gerçekleştirmeye hizmet etmesi gerekir. Dolayısıyla eğer bir hukukî işlem veya bir hukuk normu, âdil ise geçerlidir; âdil değil ise geçersizdir, yani hukukî sonuçlarını doğurmaya elverişli değildir; diğer bir ifadeyle bağlayıcı gücü yoktur. Kısacası, bu anlayışta “geçerli olan hukuk, âdil olan hukuktur.
Hukukî pozitivizm ise tabiî hukukun adalet anlayışı eleştirir ve bu kavramın fizik ötesi bir değer olarak tanımlanamaz bir kavram olduğunu ve bu nedenle de hukuk biliminin dışına itilmesi gerektiğini savunur.
Pozitivist teorinin tabiî hukuk teorisine yönelttiği en yıkıcı eleştiri, “âdil olan” ile “âdil olmayan”ı ayıran objektif ve evrensel bir kriterin bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Pozitivizme göre, adalet kavramı, metafizik bir kavramdır. Metafizik kavram ve ilkeler ise “bilime” konu olamaz. Hukuk bilimi, adalet değerini ele almayı kategorik olarak reddetmelidir.
SONUÇ
Yukarıda yer verilen yerel mahkeme ve Danıştay kararı adalet kavramı ve bu husustaki iki temel yaklaşım olan tabii hukuk ve hukuki pozitivizm teorilerine ve tartışmalarına örnek teşkil etmektedir.
Yerel Mahkeme, tabii hukukun, ‘bir kanun kanun olmak için adil olmak zorundadır’ ilkesinden yola çıkarak adaleti tesis etme amacı ile idari yargılama usulünde tartışmalı olan tanık deliline başvurmuştur. Danıştay ise Yerel Mahkemenin vermiş olduğu kararı hukuki pozitivizm teorisinin temel ilkelerinden yola çıkarak bozmuştur.
Bir kararın pozitif hukuka uygun olması, söz konusu kararı adaletli yapacak mıdır? Bu husus hakkında hukukun var oluşundan bu yana konsensüse varılabilmiş değildir.
KAYNAKÇA
Çağlayan, R.(2017). İdari Yargılama Hukuku. Seçkin Kitabevi, Ankara.
Danıştay 8.Dairesi 2003/3369 E. 2004/917 K.Sayılı karar
Gözler, K. (2008) “Tabiî Hukuk ve Hukukî Pozitivizme Göre Adalet Kavramı”, Muhafazakar Düşünce, 4(15) s:77-90.
Konya İdare Mahkemesi 2002/543 E. ve 2002/1690 K. Sayılı karar
Özekes, M. (2010). Temel Hukuk Bilgisi. Yetkin Basımevi, Ankara.