AİHM KARAR TAHLİLİ
AİHM KARAR TAHLİLİ
(TEMEL VE DİĞERLERİ KARARI – 3 MART 2009)
Hazırlayan
Osman ERMUMCU
2009
İÇİNDEKİLER
Sayfa
KISALTMALAR……………………………………………………………………………………………. i
- DAVANIN KONUSU………………………………………………………………………………… 1
- İÇ HUKUK SAFHASI……………………………………………………………………………… 1
- YEREL MAHKEME SAFHASI…………………………………………………………… 1
- TEMYİZ SAFHASI……………………………………………………………………………. 3
- DAVANIN NETİCESİ………………………………………………………………………… 3
III. KONUYLA İLGİLİ İÇ HUKUK MEVZUATI………………………………………… 3
- MADDİ OLAYLA İLGİLİ MEVZUAT………………………………………………… 3
- YARGILAMA SAFHASIYLA İLGİLİ MEVZUAT……………………………….. 5
1.Anayasa Hükmü ………………………………………………………….5
- İdari Yargılama Usul Kanunu Hükümleri…………………………………………. 5
- AİHM SAFHASI…………………………………………………………………………………….. 5
- BAŞVURU………………………………………………………………………………………… 5
- DAVACILARIN İDDİALARI…………………………………………………………….. 6
- HÜKÜMETİN SAVUNMASI……………………………………………………………… 6
- MAHKEMENİN DEĞERLENDİRMELERİ…………………………………………. 6
- Olaylar…………………………………………………………………………………………. 6
- Ön Tespitler………………………………………………………………………………….. 7
- Taleple İlgili AİHS Hükümleri……………………………………………………….. 7
- Kabul Edilebilirlik Kararı………………………………………………………………. 8
- MAHKEMENİN ESASA İLİŞKİN KARARI………………………………………. 10
- İhlalin Tespiti……………………………………………………………………………… 10
- Tazminatlar………………………………………………………………………………… 12
- Maddi Tazminat…………………………………………………………………….. 12
- Manevi Tazminat…………………………………………………………………… 12
- Yargılama Giderleri………………………………………………………………… 12
- TAHLİL………………………………………………………………………………………………… 12
- USUL YÖNÜNDEN…………………………………………………………………………. 12
- ESAS YÖNÜNDEN………………………………………………………………………….. 15
- KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………… 20
KISALTMALAR
age : Adı geçen eser
agm : Adı geçen makale
AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
E : Esas Numarası
K : Karar Numarası
KT : Karar Tarihi
md : Madde
s : Sayfa
SK : Sayılı Kanun
- : Ve benzeri
I. DAVANIN KONUSU[1]
Davacılar (onsekiz kişi), Afyon Kocatepe Üniversitesi öğrencisi olup, muhtelif tarihlerde üniversite yönetimine dilekçe vererek, “Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması” talebinde bulunmaları sebebiyle Disiplin Yönetmeliği’nin 9/d maddesi uyarınca iki yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası almışlardır.
Davacıların disiplin cezası almalarına sebep olan dilekçeler, münferit verilmekle birlikte birbirinin aynı olup aşağıdaki ifadeleri içermektedir:
“…Anayasanın eğitim ve öğretim hakkı başlıklı 42. maddesi Anayasa’da yapılan yeni değişiklikle birlikte değerlendirildiğinde, kişinin en iyi konuştuğu dilde, ana dilinde, öğrenimine ilişkin anayasal bir hak tanımakta olduğu düşünülmelidir…
…Maalesef, yıllardan beri başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan topluluklar, devletin bölünmesi korkusu nedeniyle sanki yoklaşmışçasına muamele görmüşler ve dillerini ve kültürlerini geliştirmeleri engellenmiştir…
Türkiye’de demokratikleşmeyi destekleyen bir adım attığına inanan bir öğrenci olarak, üniversite rektörümüzden Kürtçenin üniversitede seçmeli ders kapsamına alınması ve okutulması talebinde bulunmaktayım.”
Anılan dilekçeler üzerine üniversite tarafından disiplin soruşturması başlatılmış olup, 12.01.2002 tarihinde pişmanlığını ifade eden bir öğrenciye bir yarıyıl, diğerlerine ikişer yarıyıl disiplin cezası verilmiştir.
II. İÇ HUKUK SAFHASI
A. YEREL MAHKEME SAFHASI
Disiplin cezalarının tebliği üzerine öğrenciler,ayrı ayrı olmak üzere Denizli İdare Mahkemesinde, işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle dava açmışlardır. (Anılan tarihte Afyon’da İdare Mahkemesi bulunmadığından görevli Denizli İdare Mahkemesidir.) Denizli İdare Mahkemesince, yasada aranan koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talepleri reddedilmiştir. Davacılar bu kararlara karşı Denizli Bölge İdare Mahkemesinde itiraz etmiş olup, Bölge İdare Mahkemesince de itirazlar reddedilmiştir.
Mahkeme kararında yer alan bilgiye göre bu tarihlerde başka üniversitelerde de benzer girişimlerde bulunulmuş ve disiplin cezaları verilmiştir. Nitekim bu cezalara karşı açılan davalarda,İstanbul İdare Mahkemesince, 09.05.2002 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı verilmiştir. Ancak mahkeme kararındaki bilgilerden, bu kararın gerekçesinin; soruşturma usulü ile mi ilgili yoksa esasa ilişkinmi olduğu anlaşılamamaktadır.
Denizli İdare Mahkemesi davalarla ilgili olarak 24.10.2002 gün ve E.2002/124, K. 2002/1006 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir[2]. İdare Mahkemesi kararında işlemin dayanağı olan soruşturma raporundaki tespit ve gerekçelere ayrıntılı olarak yer verilerek, bu tespitlerde ifade edilen tespitler benimsenerek fiilin sübut bulduğu ve cezada hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Mahkemenin benimsemiş olduğu rapora göre, “dilekçelerin matbu olarak hazırlanıp sadece boşlukların doldurulduğu, Kürtlerin dillerini ve kültürlerini geliştirme imkanı tanınmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlayıcı ifadeler kullanıldığı, ayrıca organize olarak verilen dilekçelerin, PKK’nın ‘sivil itaatsizlik’ stratejisinin bir parçası olduğu, yine Afyon Valiliğinden gönderilen 03.01.2002 tarihli yazıda PKK liderinin formüle ettiği yeni sürecin gereği olarak bu şekil girişimlerde bulunulacağının bildirildiği, girişimin organize bir eylem olduğu” tespitlerinde bulunularak, ceza teklifinde bulunulduğu görülmektedir. Nitekim mahkemece fiilin niteliği ve hukuki maliyeti konusunda ayrıca muhakeme yapılmadan, fiilin sübut bulduğu ve verilen cezada hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılarak dava reddedilmiştir.
B. TEMYİZ SAFHASI
İdare Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Danıştay 8. Dairesince konu incelenmiş olup, 03.12.2003 gün ve E.2003/1191, K.2003/5143 sayılı kararı ile İdare Mahkemesi kararı bozulmuştur.
Danıştay kararında, “Anayasanın 74. maddesi uyarınca vatandaşların dilekçe hakkı bulunduğu, 2547 sayılı yasanın 4/a maddesinde yükseköğretimin amacının, öğrencileri hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, dengeli, mesleki bilgi, beceri, davranış ve genel kültüre sahip vatandaşlar olarak yetiştirmek olarak belirtildiği, davacının dilekçesinde dile getirdiği talebin anayasal hakkı olduğu, bu hakkı kullanmasının yönetmeliğin 9/d md. göre değerlendirilmesinin 2547 sayılı yasanın 4/a md.de belirtilen yükseköğretim kurumları amacına ters düşeceği; ayrıca, 09.08.2002 gün ve 24841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan (torba) kanunun 11. md. uyarınca ‘Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu’nun’ adının değiştirildiği ve farklı yerel dillerle ilgili özel kurs açılma olanağı tanıdığı” gerekçesine yer verilerek, gerek işlemin gerekse İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu tespiti yapılmış ve İdare Mahkemesi kararı bozulmuştur.
C. DAVANIN NETİCESİ
Danıştay 8. Dairesinin bozma kararının İdare Mahkemesince ulaşmasından sonra, Mahkemece 12.05.2004 gün ve E.204/570, K.2004/451 sayılı kararla bozmaya uyulmuş ve işlemin iptaline karar verilmiştir. İdare Mahkemesice de, Danıştay bozma kararında esas alınan gerekçeler aynen benimsenmiş ve karar gerekçesi olarak yazılmıştır.
III. KONUYLA İLGİLİ İÇ HUKUK MEVZUATI
A. MADDİ OLAYLA İLGİLİ MEVZUAT
1-ANAYASA:
Maddi olay, eğitim öğretim hakkıyla ilgili olup, bu hak Anayasanın 42. maddesinde düzenlenmiştir. Anayasanın 42.maddesi şu şekildedir:
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tesbit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
(Ek fıkra: 9/2/2008-5735/2 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 5/6/2008 tarihli ve E.: 2008/16, K.: 2008/116 sayılı Kararı ile. )
Devlet, maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.”
2- DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ:
Yüksekokullarda öğrenim gören öğrencilerin disiplin uygulamaları, fiiller ve karşılığı cezalar, “Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği”nde düzenlenmiştir. Nitekim davacıların cezalandırıldığı fiil, Yönetmeliğin 9/d maddesinde yer almaktadır.
Yönetmeliğin 9/d maddesine göre, “dil, ırk, renk, din ve mezhep açısından kutuplaşmalara yol açıcı faaliyetlerde bulunmak” fiili yükseköğretim kurumlarından bir veya iki yarıyıl uzaklaştırma cezasını gerektirir.
B. YARGILAMA SAFHASIYLA İLGİLİ MEVZUAT
1.Anayasa hükmü
Madde 125 – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. (Ek hükümler: 13/08/1999 – 4446/2 mad.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.
Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şuranın kararları yargı denetimi dışındadır.
İdari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar.
Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.
İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.
Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
2. İdari Yargılama Usul Yasası
Davacılar disiplin cezasına karşı İdare Mahkemesinde dava açmış olup, bu dava safhasında uygulanan veya davacılara hak sağlayan hükümler şunlardır:
- Madde: Bu maddede idari dava türleri belirlenmiş olup, buna göre: İdari işlemler hakkında menfaatleri ihlal edilenler iptal davası açabileceği gibi, idari işlem veya eylemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tam yargı davası açabilir.
- Madde: Bu maddeye göre, idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması halinde ve de işlemin yürürlüğü halinde telafisi güç zararlar doğacak ise iki koşul bir arada mevcutsa idari mahkemeler yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Yürütmenin durdurulması ile ilgili kararlara karşı 7 gün içinde Bölge İdare Mahkemelerine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.
- Madde: Bu maddeye göre de, ilgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla idari mahkemelerde; doğrudan doğruya tamyargı davası açabilecekleri gibi, iptal ve tamyargı davalarını birlikte açabilirler. Ya da ilk önce iptal davası açıp, bu davanın karara bağlanmasından sonra tamyargı davası açabilirler.
IV. AİHM SAFHASI
A. BAŞVURU
Dava ile ilgili yargı safhası iç hukuk mecraında yukarıdaki seyrinde gitmekte iken, İrfan Temel ve 18 arkadaşı (aynı fiil sebebi ile aynı cezaya muhatap olanlar), 13 Ağustos 2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuşlardır[3]. Bu başvuru tarihi yukarıda anılan süreç içinde ele alındığında, İdare Mahkemesince henüz davanın reddine karar verilmediği görülmektedir. Çünkü idare mahkemesi kararı 24.10.2002 tarihlidir.
Bu tespitin önemi, AİHS’nin 35. maddesinde düzenlenen “iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra” AİHM’ne başvurulabileceği kuralının kapsamı yönündendir. Çünkü bu tarihte bırakın iç hukuk yollarının tüketilmesini, henüz ilk derece mahkeme kararı bile verilmemiştir.
B. DAVACILARIN İDDİALARI
Davacılar, AİHM’e başvururken; sözkonusu yaptırımın düşünce ve ifade özgürlüklerini ihlal ettiğini ve eylemlerinin suç olarak yorumlanamayacağını, yerel mahkemelerin yürütmeyi durdurma taleplerini reddederek eğitim hakkından yoksun bırakıldıklarını, bu sebeple AİHS’nin 7. 9. ve 10. maddeleri ile 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Bunun yanında 2577 sayılı yasa uyarınca sağlanan hukuk yolunun başarı ihtimali sunmadığını, bu bağlamda tazminat almalarının bir yıllık eğitim kayıplarını telafi etmeyeceğini belirtmişler ve ayrıca dava açsalar bile pişmanlık duymadıkları için tazminat alma hakları olmadığını savunmuşlardır. Bunun yanında, benzer olaylarda tazminat davalarının reddine dair iki mahkeme kararı sunmuşlardır.
C. HÜKÜMETİN SAVUNMASI
Hükümet öncelikle, davanın AİHS 35/1 md. uyarınca “iç hukuk yollarının tüketilmesi” koşuluna uymadığı gerekçesiyle reddini talep etmiştir. Davacıların hem henüz İdare Mahkemesinde dava derdest iken başvurduğunu, hem de 2577 sayılı yasanın 12 ve 13. maddelerine uygun olarak tazminat davası açma hakları bulunduğunu ileri sürmüş ve bazı dava örnekleri sunmuştur.
Hükümet ayrıca, davaların neticesinin davacılar lehine sonuçlandığını belirterek, cezanın ne 1 Nolu Protokolün 2. md’nin güvenceye aldığı hakka zarar verdiğini, ne de onların eğitim haklarının reddinin sözkonusu olmadığını belirtmiştir.
D. MAHKEMENİN DEĞERLENDİRMELERİ
1. Olaylar
Mahkeme öncelikle, “I. DAVANIN KOŞULLARI” başlığı altında, ihtilafı doğuran fiil olan, dilekçe verme eyleminden başlayarak, verilen cezanın izlediği süreci, İdare Mahkemesinin yürütmeyi durdurma talebini reddini, Bölge İdare Mahkemesinin itirazı reddini ve mahkemenin davayı esastan reddini, Danıştay’ın bu kararı bozmasını ve İdare Mahkemesinin bozmaya uyup işlemi iptal ettiğini kronolojik sıra ile anlatmıştır. Bu arada, cezaya sebep olan dilekçeden çarpıcı paragraflara, idarenin ceza gerekçesine, İdare Mahkemesinin ve Danıştay’ın karar gerekçelerine yer verilmiştir. Ayrıca davacılar hakkında açılan ceza davasının beraatla sonuçlandığı da vurgulanmıştır.
2. Ön Tespitler
Mahkeme bu başlık altında davacılardan Hamit Çiftçi’nin vefat ettiğini tespit edip, davaya devam etmek için başvuranın varisleri bulunmadığından, Hamit Çiftçi’ye ilişkin kısmın kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kısımda AİHS’nin 37/1. md. uyarınca, davaya resen devam etmeyi gerektiren özel bir durum olmadığına karar vermiştir.
3. Taleple İlgili AİHS Hükümleri
Davacılar taleplerini AİHS’nin 7. 9. ve 10. maddeleri ile AİHS’nin 1 Nolu Ek Protokolünün 2. maddesine dayandırmışlardır.
Bu maddelerden; 7. maddede, cezaların yasallığı ilkesi; 9. maddede, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü; 10. maddede, ifade özgürlüğü; 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesinde ise, eğitim hakkı düzenlenmiştir.
Mahkeme, resen, anılan fiil ve talepleri değerlendirerek, başvurunun AİHS 10. maddesi ışığında 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesi uyarınca incelenmesine karar vermiş ve bu maddelere göre hüküm kurmuştur. Mahkeme kararına dayanak yapılan AİHS’nin ilgili hükümleri şu şekildedir:
“AİHS Madde 10
–İfade Özgürlüğü:
- Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları sözkonusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
- Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
“AİHS Madde 35
-Kabul Edilebilirlik Koşulları:
- Uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen prensiplerine göre, ancak iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren altı aylık süre içinde Mahkeme’ye başvurulabilir.
- Mahkeme, 34.madde uyarınca sunulan herhangi bir kişisel başvuruyu aşağıdaki hallerde kabul etmez:
- Başvuru imzasız ise veya;
- Başvuru Mahkeme tarafından daha önce incelenmiş veya uluslar arası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine sunulmuş başka bir başvurunun konusuyla esas itibariyle aynı ise ve yeni olaylar içermiyorsa.
- Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan herhangi bir kişisel başvuruyu işbu Sözleşme ve protokolleri hükümleri dışında kalmış, açıkça dayanaktan yoksun veya başvuru hakkının suistimali mahiyetinde telakki ettiği takdirde, kabul edilemez bulur.
- Mahkeme işbu maddeye göre kabul edilemez bulduğu her başvuruyu reddeder.Yargılamanın her aşamasında bu karar verilebilir.”
“AİHS 1 Nolu Ek Protokolü- Madde 2:
Eğitim hakkı
Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
“AİHS Madde 41
Hakkaniyeti uygun tatmin
Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
4. Kabul Edilebilirlik Kararı
AİHS’nin 35. maddesinde 4 bend halinde kabul edilebilirlik koşulları düzenlenmiştir. Bu koşulları şu şekilde sıralamak mümkündür.
İç başvuru yollarının tüketilmesi,
Altı ay içinde başvurabilme,
Başvuranın kimliğinin belli olması,
Başvurunun daha önce Mahkemece (veya komisyonca) daha önce incelenmiş bir başka başvurunun konusuyla esas itibariyle aynı olmaması,
Aynı konuda başka bir uluslararası yere başvurulmamış olması,
Başvurunun bu Sözleşme ve Protokolleri hükümleri dışında kalmaması,
Açıkça dayanaktan yoksun olmaması,
Başvuru hakkının suistimali mahiyetinde olmaması[4].
AİHM başvuruyu bu yönüyle de ele almıştır. Çünkü hükümet, başvurunun iç hukuk yolları tüketilmeden yapıldığı itirazında bulunmuştur. Davacıların AİHM’ne başvurdukları tarihte hem, henüz iptal davasının sonuçlanmadığı hem de 2577 sayılı yasanın 12. ve 13.maddelerine göre davacıların tazminat davası açma olanakları bulunduğunu ifade etmiştir.
Davacılar ise 2577 sayılı yasanın; kendi lehlerine başarı olanağı sunmadığını çünkü hem alacakları tazminatın bir yıllık eğitim kayıplarını telafi etmeyeceğini hem de pişmanlık duymadıkları için tazminat hakları olmayacağını savunmuşlardır. Ayrıca benzer nitelikte davalarda tazminat taleplerinin reddine dair yerel mahkeme karar örnekleri sunmuşlardır.
Mahkeme, hükümetin itirazlarını iki bölümde değerlendirmiştir:
– Öncelikle AİHM, başvuranların, iç hukuk sisteminde iddia konusu ihlallere karşılık telafi sağlayabilecek mevcut ve yeterli hukuk yollarına başvurmaları gerektiğini yinelemiş ve hukuk yollarının varlığının hem uygulamada hem usulde yeterli derecede kesinlik taşıması gerektiğini belirtmiştir. Bu genel ilkeyi vurgularken “Burden ve Burden-İngiltere” kararına atıf yapmıştır. Bu bağlamda somut davayı ele alarak, davacıların, İdare Mahkemelerinde iptal davasını başarıyla açtıkları tespitini yapmıştır.
– Mahkeme, davacıların tazminat davası açma olanaklarını kullanmadığı yolundaki itirazı ise yersiz bulmuştur. Bunun gerekçesi olarak ise; 2577 sayılı yasanın 12. ve 13. maddelerinin, başvuranlara tazminat alma olanağı sunmadığını, nitekim davacıların sunduğu örnek mahkeme kararlarında bu davaların reddedildiği tespitini yapmıştır. Burada bir nevi “her ne kadar iç hukukta yasal olarak tazminat yolu mevcut ise de, neticede lehe karar çıkmayacağı” varsayımını benimsemiştir.
– Mahkeme netice olarak, AİHS 35. madde çerçevesinde, iç hukuk yollarının tüketilme koşulunun oluştuğu ve başvurunun dayanaktan yoksun olmadığı, başka açılardan da, kabul edilemezlik unsuru bulunmadığı görüşüyle davayı kabul edilebilir nitelikte bulmuştur.
E. MAHKEMENİN ESASA İLİŞKİN KARARI
1. İhlalin Tespiti
Mahkeme, esas hakkında muhakemeye başlamadan önce tarafların görüşlerini özetlemiş ve bundan sonra değerlendirmeye geçmiştir.
Mahkeme 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesine ilişkin daha önceki kararlarda ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda bu davayı inceleyeceğini belirterek, Leyla Şahin davasına atıfta bulunmuştur. Ayrıca, belli bir zamanda mevcut olan herhangi bir yüksek öğretim kurumuna erişimin 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesinin ilk cümlesi ile ortaya konan hakkın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve anılan hükmün bu davada geçerli olduğunu belirtmiştir.
Yine Leyla Şahin kararına atıf yapılarak, üniversite sınav sonuçlarına göre üniversiteye kabul edilen davacıların bir veya iki dönem uzaklaştırılmalarının eğitim haklarına kısıtlama getirdiğini belirtmiştir. Mahkeme, cezanın hakkın kısıtlaması olduğunu tespit ettikten sonra, bu kısıtlamanın, ilgili kişiler yönünden öngörülebilir olduğu ve meşru bir amaç izlediği konusunda ikna olması gerektiğini belirtmiş ve AİHS’nin 8. ve 11. maddelerindeki gibi burada “meşru amaçlar” listesi ile bağlı olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca kısıtlamanın, kullanılan yollar ve güdülen amaç arasında makul bir orantı içinde olması gerektiğini belirtmiştir.
Bu genel kriterlerin belirtilmesinden sonra; Disiplin Yönetmeliğinin 9/d maddesinin erişilebilir olduğunu kabul etmiş, ancak yönetmelik hükmünün uygulanmasınnın AİHS açısından herhangi bir meşru amaca hizmet edip etmediğinin kuşkulu olduğu belirtilmiştir. Ancak buna rağmen bu konuyu kesinleştirmenin gerekli olmadığı, zira, incelemesi gereken konunun orantılılık olduğu vurgulanmış ve muhakeme bundan sonra orantılılık yönünden yapılmıştır.
Mahkemece, bu konuda, davacıların fiilinin, sadece Kürtçenin seçmeli ders olması konusunda dilekçe sunmaktan ibaret olduğu, şiddete başvurmadıkları, asayiş ve düzeni bozmadıkları tespiti yapılmıştır. Bu tespitten hareketle, Mahkeme; davacıların dilekçedeki görüşlerden dolayı cezalandırıldığını, AİHM için, ne dilekçede yer alan görüşlerin ne de bu görüşlerin aktarılış biçiminin Yönetmeliğin 9/d. Maddesinde düzenlenen suçu oluşturmayacağı sonucuna varılmıştır. Ayrıca, bu fiilin AİHS’nin 10. maddesinde koruma altında alınan ifade özgürlüğüyle ilgili olduğu, bu bağlamda, sadece olumlu karşılanan veya zararsız veya önemsiz görülen “bilgi” veya “fikirler” için değil aynı zamanda rencide edici, şok edici veya rahatsız edici olan fikirler için de ifade özgürlüğünün geçerli olduğu belirtilmiştir.
Mahkemece bu tespitten sonra, eğitim hakkının, iç kurallara uymak amacıyla, eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma dahil olmak üzere disiplin tedbiri uygulanmasını engellemediğini, bazı kararlarına atıf yaparak vurgulamıştır. Ancak bu tip uygulamaların hakkın özüne zarar vermemesi gerektiğini ve AİHS ve protokollerde yer alan diğer haklara ters düşmesi gerektiğini belirtmiştir.
Muhakeme kısmının son paragrafında ise; davanın koşulları ve belirtilen kriterler ışığında, böyle bir disiplin yaptırımının uygulanmasının makul veya orantılı olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Ayrıca, davacıların, bilahare İdare Mahkemelerinde açtıkları davaları kazanmalarına rağmen, bir veya iki dönem kaybettikleri ve yargılama sonucunun bu mağduriyeti telafi etmediği kaydedilmiştir.
Sonuç olarak AİHM tarafından Sözleşmenin 1 Nolu Ek Protokolünün 2. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir.
2. Tazminatlar
a. Maddi Tazminat
Davacılardan her birisi tahsil hayatlarının uzaması sebebiyle yapılan yaşam giderlerine karşılık 5.000 Euro maddi tazminat, ayrıca 10.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir.
AİHM talep edilen maddi tazminat ile tespit edilen ihlal (eğitim hakkının reddedilmesi) arasında illiyet bağı görmemiş ve bu nedenle bu talebi reddetmiştir.
b. Manevi Tazminat
Başvuranların, sözkonusu dava koşullarında belirli ölçüde moral bozukluğu ve sıkıntı yaşamış olduklarını değerlendirmiş, dolayısıyla tazminat hükmünü haklı bulmuş ve hakkaniyet temelinde davacıların her birine 1500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
c. Yargılama Giderleri
Davacılar, yerel mahkemeler ve AİHM’de yaptıkları masraflar için 2.000 Euro, avukatlık ücreti olarak da 75.000 Euro talep etmiştir. Davacılar vekalet ücretine dayanak olarak İzmir Barosunun 2007 yılına ilişkin tavsiye edilen ücret tarifesini sunmuş olup, herhangi bir makbuz veya belge sunmamışlardır.
AİHM, bu taleple ilgili olarak, İç Tüzüğün 60. maddesi uyarıca; davacıların iddialarına ilişkin bir kanıt sunamadıkları gerekçesiyle ödeme yapılmamasına karar vermiştir.
V. TAHLİL
A. USUL YÖNÜNDEN
AİHM tarafından bir başvurunun esastan incelenebilmesi için AİHS’nin 35. maddesinde düzenlenen kabul edilebilirlik koşullarını taşıması gerekir.
AİHS’nin 35/1.madde uyarınca, “iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren altı ay içinde” mahkemeye başvurabilir. Bu koşul aslında yorum gerektirmeyecek kadar net ve kesindir. Ancak mahkeme içtihat yoluyla bu koşulu zaman zaman ihmal edebilmektedir.
Olayın özelliklerine göre, iç hukuk yolu bulunmuyorsa veya bulunmakla birlikte “etkili” değilse veya yasa ile başvuru yolları kapatılmış ise başvuruya konu olay veya eylemin meydana geldiği tarihten itibaren altı ay içinde doğrudan başvuru yapılabilir[5].
İç başvuru yolları, genel olarak üç kümede toplanabilir. Bunlar yargısal yollar, yönetsel yollar ve siyasi yollardır[6]. Yargı yolunu tüketmiş olma deyimi geniş kapsamlı bir deyimdir. İç hukukun öngördüğü tüm yargı yollarının tüketilmesi anlamına gelir. İlk derece mahkemesinden karar alma, her zaman yeterli değildir. Eğer ulusal hukuk, yalnız tek dereceli yargı yöntemini benimsemiş ise, bu gibi durumlarda iç hukuk yolu tüketilmiş olur. İç hukuk, istinaf ve temyiz yollarını da öngörmüş ise bu yolların da tüketilmesi gerekir; bu yollara başvuru herkesin karşılayamayacağı olağanüstü bir harcama gerektiriyorsa, yol ulaşılıp kullanılamaz ve etkisiz sayılmakta, bu sıfatla tüketilmesine gerek görülmemektedir[7].
Mahkeme bazı durumlarda iç hukuk yolunun tüketilmesine gerek olmadığı yönünde kararlar verebilmektedir. Bu halleri genel olarak:
- İç yargı yollarına başvurulmasına yasal engel bulunması,
- İnsan hakları ihlallerinin idari uygulama halini alması,
- Makul bir sürenin geçmesine karşın iç yargı yollarından herhangi bir sonuç elde edilmemiş olması[8].
Buna karşın iç hukuk yolunun başarısı konusunda kuşku duyulması iç hukuk yolunun tüketilmemesi için yeterli bir neden teşkil etmez (KOM. K, Garcia/İsviçre 14.03.1985, No.10148/82, DR42, s.98)[9].
Bu açıklamalar ışığında mahkeme kararı değerlendirilecek olursa:
AİHM, hükümetin kabul edilebilirlik koşulları yönünden iki yönden yaptığı itirazı reddetmiştir. İtiraz sebeplerinden ilki, davacıların, disiplin cezasına karşı idari yargı yerinde açtıkları davanın henüz derdest olduğu, ikincisi ise, davacıların 2577 sayılı yasaya göre idareye karşı tazminat davası açma olanağı olduğu yönündedir.
Bu süreç ele alınacak olursa, davacılara 18.01.2002 tarihinde ceza verilmiş, davacılar yasal süresinde Denizli İdare Mahkemesinde iptal davası açmış, yürütmenin durdurulması talepleri reddedilmiş, 24.10.2002 tarihinde davalar esastan reddedilmiş, kararın temyizi üzerine 03.12.2003 tarihinde Danıştay 8. Dairesince davacılar lehine kararlar bozulmuş ve nihayet İdare Mahkemesince 12.05.2004 tarihinde Danıştay kararı doğrultusunda iptal kararı verilmiştir. Ancak davacılar bu sürecin tamamlanmasını beklemeden 13.08.2002 tarihinde AİHM’ne başvurmuştur. Davacıların AİHM’ne başvuru tarihinde, iç hukuk yollarının tüketilmesi bir tarafa, henüz İdare Mahkemesince esastan karar bile verilmiş değildir. Nitekim iç hukuk yollarının tüketilmesi beklenilse, nihai karar davacılar lehine sonuçlanmıştır. Buna rağmen AİHM’nin AİHS’nin 35. md. hükmünü ihmal ederek başvuruyu “kabul edilebilir” bulmasını anlamak güçtür. Çünkü esas kural “iç hukuk yollarının tüketilmesi”dir. Bunun istisnaları ise yukarıda belirtilen hususlar olup, bu davada bu istisnalar sözkonusu değildir. Nitekim Danıştay’ın bozma kararı soncunda davacılarlehine kararverilmiş ve ilk etaptaiç hukuk yolundan beklenen amaç hasıl olmuştur.
Hükümetin ikinci itiraz sebebi ise; davacıların 2577 sayılı yasanın 12-13. maddeleri uyarınca idareye karşı tazminat isteme olanağı olduğu yönündedir. Gerçekten özellikle bu ihtilafta 2577 sayılı yasanın 12. maddesi davacılara bu olanağı sunmaktadır. Nitekim işlemle ilgili davada lehlerine sonuçlandığından tazminat davasını kazanmaları da kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, mahkemece iptal edilen bir işlem sebebiyle idarenin hizmet kusuru sabit hale gelmektedir. Hizmet kusurunun varlığı ise özellikle maddi tazminat ödenmesi sonucunu doğurur. Belki manevi tazminat yönünden ağır hizmet kusuru aranacağı için sonuç alınmayabilir. Ancak bu varsayım, davacıların bu yolu kullanmamaları sonucunu doğurmamalı. Çünkü aynı mahkemeden (ve Danıştay’dan) birebir olumsuz bir örnek karar sunulmadıkça bu varsayım sebebiyle bu yolun kullanılmaması meşru sayılamaz.
Nitekim AİHM, itirazın bu kısmını değerlendirirken; davacıların sunduğu örnek kararlar sebebiyle, 2577 sayılı yasanın, “tazminat alma ihtimali sunmayacağının açıkça görüldüğü” gerekçesiyle bu yönden de 35. md.nin engel olmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu yorumla hem 35. maddeyi ağır bir şekilde ihlal etmiş, hem de kendi içtihatlarıyla çelişmiştir. Çünkü mahkemenin bir kararına göre “iç hukuk yolunun başarısı konusunda kuşku duyulması iç hukuk yolunun tüketilmemesi için yeterli bir neden teşkil etmez.” (KOM. K, Garcia/İsviçre 14.03.1985, No.10148/82, DR42, s.98)[10].
AİHM bu yorumuyla Türk iç hukuk yollarını gayri ciddi bulduğu gibi, Türk mahkemelerinin iradesine de ipotek koymuştur. Oysa, iptal davası sırasında, Danıştay 8. Dairesince davacılar lehine verilen bozma kararının gerekçesi (nitekim idare mahkemesi de aynen benimsemiştir) AİHM’nin ilgili disiplin kuralına verdiği anlamdan bile daha ileridir. Çünkü Danıştay anılan disiplin hükmünü; başvuru hakkının, yüksek öğretimin amacının, dil eğitim ve öğretimi hakkının ihlali saymıştır. Bu gerekçeyi oluşturan yargı sisteminin, bu kararlar sebebiyle talep edeceği tazminat taleplerini reddedeceğini varsaymak, ya peşin hükümlülüğün sonucudur ya da Danıştay kararını ve Türk yargı sistemini kavrayamamanın sonucudur.
B. ESAS YÖNÜNDEN
Davacılara verilen 1 veya 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezasının eğitim hakkının kısıtlanması sonucunu doğurduğu kuşkusuzdur. Nitekim Mahkeme’de esasa ilişkin bölümün başında bu tespiti yapmıştır. Zaten, bu cezanın eğitim hakkını kısıtlama sonucu doğurduğu ihtilaflı olmayıp, bu kısıtlamanın AİHS çerçevesinde meşru olup olmadığı tartışmalıdır.
AİHS’nin, konuyla ilgili 1 Nolu Ek Protokolünün 2. maddesinin ilk cümlesinde“hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” hükmü yer almakta olup,maddede,bu hakkın sınırlandırılabileceği meşru durumlar ve ayrıca sınırlandırmanın sınırlarını belirleyen hükümlere yer verilmemiştir. Nitekim Sözleşmenin başka maddelerinde de hak mutlak olarak düzenlenip hakkın sınırlanma hali asla öngörülmemiştir (Örneğin 2. md.de düzenlenen işkence yasağı). Buna karşın bazı maddelerde ise, hakkın sınırlandırılabileceği meşru durumlar haktan sonra gelen bir fıkra ile düzenlenmiştir (örneğin 8., 9., 10. ve 11.maddeler). Yine bu maddelerde, sınırlama halleri ile birlikte bu sınırlamanın da sınırları çizilmiştir. Örneğin 8. md.de düzenlenen, özel hayata, aile hayatına, konuta ve haberleşmeye ilişkin hakkın; ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmiştir. Hemen akabinde bu sınırlamanın “demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla” yapılabileceği kuralı getirilmiştir. Bu şekilde hakkın sınırlandırılması ve sınırlandırmanın da sınırlarının belirtilmesi 9., 10. ve 11. maddelerde de mevcuttur.
Ancak, bakılan ihtilaftaki hakkın düzenlendiği, 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesinde sadece hak düzenlenmiş olup, bu hakkın meşru sınırlandırma ölçülerine yer verilmemiştir. Bu düzenleme şekli, Sözleşmenin 2. maddesindeki gibi “sınırlanamaz-mutlak bir hak” olduğu sonucunu doğurmamaktadır. Nitekim Mahkeme de düzenlemeyi mutlak hak anlamında kabul etmemiştir.
Mahkeme, cezanın hakkı kısıtladığı tespitini yaptıktan sonra; kısıtlamanın,hakkın özüne zarar verecek ölçüde olmaması, öngörülebilir olması, meşru bir amaç izlemesi gerektiği konusunda ikna olması gerektiğini belirterek aslında içtihatla, bu hakkın meşru sınırlandırma hallerini kabul etmiştir. Ancak, Sözleşmenin 8 ila 11. maddelerinde belirtilen “meşru amaçlar” listesiyle bağlı olmadığını da vurgulamıştır. Böylelikle, meşru sınırlandırma ölçütleri konusunda kendisine esnek bir zemin yaratmıştır. Mahkeme son olarak, kısıtlamanın en önemli meşruluk ölçütü olarak “orantılılık” ölçütünü koymuştuş ve yargılamayı bu ölçüt üzerinden yapmıştır.
Bu tespitler ışığında, Yönetmeliğin “êrişebilir” olduğunu kabul edip, “meşru amaç” konusunda kuşku bulunduğunu ancak, esas incelemeyi “orantılılık” yönünden yapacağı için bu kuşkulu durumu irdelememiştir. Nitekim, fiilin Kürtçe ders talepli bir dilekçe sunma olduğunu,davacıların, şiddete başvurmadıklarını, asayiş ve düzeni bozmadıklarını tespit etmiştir. Bu bağlamda dilekçedeki görüşleri nedeniyle cezalandırıldıklarını ve bunun da 10.md. kapsamında bir hak olduğunu, ne dilekçedeki görüşlerin ne de aktarılış biçiminin yönetmelikte belirtilen suçu oluşturmayacağı sonucuna varılmış ve 10. md ile korunan ifade özgürlüğünün “rencide edici, şok edici veya rahatsız edici” fikirler için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Mahkeme önceki içtihatlarından hareketle; eğitim hakkının kurumdan çıkarma da dahil disiplin tedbirlerini engellemediğini, ancak bu uygulamanın “hakkın özüne zarar vermemesi” gerektiğini, davacıların ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için cezalandırıldığı bu cezanın makul ve orantılı olmadığını belirtmiştir. Bu cezaların daha sonra İdare Mahkemelerince iptal edilmesinin, davacıların mağduriyetini telafi etmeyeceği sonucuna varılmıştır.
Mahkeme, fiili; ifade özgürlüğü kapsamında görmekte olup, bu hak AİHS 10. md.de düzenlenmiştir. Nitekim bu maddenin 1. fıkrası hakkı düzenlemiş olup, 2. fıkrasında meşru sınırlama hallerine yer verilmiştir. Buna göre bu hak “ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için” sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir. Nitekim bu sınırlamaların “demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde” olabileceği de 2. fıkranın girişinde belirlenmiştir. Buna göre bu hak sayılan hallerde sınırlanabilir ve yaptırıma bağlanabilir, ancak bu sınırlar ve yaptırımla demokratik toplumda gerektiği oranda olmalıdır.
Sözkonusu ihtilafta, fiil; davacılarca organize şekilde verilen dilekçe olup, müeyyidesi ise 1 veya 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırmadır. Bu durumda cezalandırılan fiilin sadece dilekçe vermek olmayıp dilekçenin içeriği ile ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Her ne kadar ana tema “Kürtçenin seçmeli ders olması talebi” ise de bu talebin yeri, zamanı ve taleple birlikte kullanılan ifadeler de önemlidir. Dilekçenin ilerleyen hükümlerinde “… Kürt halkının ve diğer halkların yıllarca yok sayıldığı, bunların dillerini ve kültürlerini geliştirme haklarının engellendiği” ifadelerine yer verilmiş ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin halkların özgürlüklerini engellediği” görüşlerine yer verilmiştir.
Dilekçe vermek ve dilekçe ile görüş ve talep iletmek elbet düşünce özgürlüğü kapsamındadır. Ancak, bu görüşlerin 10. md.de sayılan meşru hallerde müeyyidelendirilmesi de Sözleşmenin 10. md.nin 2. fıkrasında sayılan meşru sınırlama hallerinden birisi olan “ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün, kamu düzeninin sağlanması” hali uyarınca meşrudur.
Bu bağlamda fiil değerlendirilecek olursa; fiilin işlendiği yer ezici çoğunlukta milliyetçi-muhafazakar kitleye sahip, milli mücadelede zafere giden yolun başladığı ve savaşın kazanıldığı yer olan Afyon ilidir. Gerek öğrencilerin talebi, gerekse kullandıkları jargon, batı illerinde büyük nefret beslenen terör örgütü PKK jargonu ile aynıdır. Hatta idareye ulaşan istihbari bilgiye göre, bu eylem PKK’nın sivil itaatsizlik talimatı doğrultusunda birçok yerde aynı anda, aynı tarzda cereyan etmiştir. Bu durumda, anılan dilekçe, sıradan bir düşünce özgürlüğünün uygulaması olmamaktadır. Fiilin yeri ve zamanının hassasiyeti, kullanılan ifadelerin bölücü ve halkı etnik olarak birbirine düşürücü olması sebebiyle 10.md.de sayılan “ulusal güvenlik, kamu emniyeti ve düzeni” gerekçesiyle meşru müeyyidelendirme hali oluşmuştur. Bu sebeple müeyyide (sınırlama) işleminin meşru amaç izlemediği yolundaki mahkeme kararına katılmak güçtür.
Mahkemenin esas dayanağı olan “orantılılık” tespitine gelince;
Dilekçenin masum bir talep içerme görüntüsü yanında, halkı etnik olarak ayrıştıran, Kürtlere ezilmişlik tahriki içeren, devleti de Kürtleri ve diğer halkları ezen şekilde gösteren ifadelerin engellenmesi ve cezalandırılması için meşru sebep mevcuttur. Her ne kadar Mahkeme, korunan düşüncenin “rencide edici-şok edici” olabileceğini ifade etmişse de; buradaki ifadeler “şok edici” olmanın ötesinde halkları birbirine düşman eden “tahrik edici” provakatif ifadelerdir. Bu sebeple sınırlandırılması ve cezalandırılması meşrudur. Ancak cezanın şekli tartışılabilir. Çünkü davacılar öğrenci olup, ceza olarak okuldan uzaklaştırma cezası verilmiştir. Bu ise; eğitim öğretim hakkının sınırlandırılması olup, fiilin şekli ile orantılı değildir. Çünkü fiil dilekçede kullanılan ifadelerle oluşmuş olup, bu fiilin karşılığı olarak; talebin reddiyle, ifadelerden dolayı da savcılığa suç duyurusunda bulunulabilirdi. Çünkü ifadeler daha ziyade disiplin hukukunun değil, ceza hukukunun ilgi alanına girmektedir. Müeyyide ise eğitim-öğretim hakkıyla ilgilidir. Bu sebeple bir orantısızlıktan söz edilebilir. Ancak, ifade özgürlüğü bağlamında sınırlamanın meşru olmadığından söz edilemez.
Nitekim, İdari Yargı Mahkemelerince de, devam eden yargılamanın sonunda işlem hukuka aykırı bulunmuştur. Ancak gerek Danıştay kararı gerekse buna uyan İdare Mahkemesi kararının iptal gerekçesinde; gerek ihlal edilen hak gerekse meşru sınırlandırma hallerine yer verilmemiştir. Kararlarda; Anayasada düzenlenen dilekçe hakkı, 2547 sayılı yasanın 4/a maddesinde düzenlenen yükseköğretimin amacı, Yabancı Dil Eğitim ve Öğretim Kanununda yapılan değişiklik dikkate alınarak, davacının fiilinin suç olmadığı sonucuna varılmış olup, dilekçe içeriğindeki bölücü ve tahrik edici ifadeler değerlendirilmemiştir. 2547 sayılı kanunun 4/a md.de düzenlenen “yükseköğretimin iyi vatandaş yetiştirme” amacı ile davacıların bölücü-tahrik edici ifadelerinin nasıl bağdaştırıldığı anlaşılamamaktadır. Bu sebeple Danıştay’ın, AİHM kararına göre davacılar lehine daha kolay ve fazlasıyla lehlerine karar verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Oysa,AİHM., işlemlerin idari yargı tarafından iptal edilmesine rağmen, başvuranların mağduriyetlerini telafi edemeyeceğini belirtmiş ve 1 Nolu Ek Protokolün 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vererek manevi tazminata hükmetmiştir.
Bu kararın sonunda ise davacıların maddi tazminat talebi, yargılama gideri ve vekalet ücreti taleplerini reddetmiş, 10.000 Euro manevi tazminat talep edilmesine karşın 1.500 Euro tazminata hükmedilmiştir. Oysa davacılar, iç hukuk yollarını takip etselerdi, 2577 sayılı yasanın 12. md. uyarınca aynı miktarda manevi tazminat yanında maddi tazminata da hak kazanabilirlerdi. Çünkü yargı yerince iptal edilen işlem sebebiyle hizmet kusur sabittir. 2 yarıyıl okuldan uzak kaldıkları da sabittir. Bu 2 yarıyılda uğranılan maddi zararın ortaya konması ve hesap ettirilmesi ise olanak dışı değildir. Bu sebeple AİHM iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulunu göz ardı ederek, aslında davacılara haksızlık etmiştir.
Ancak, bu ve bunun gibi davalarda genellikle gerçek amacın, hak aramak olmadığı, “bağcıyı dövmek” olduğu bilinmektedir. Bu sebeple davacılar yönünden, Türkiye’yi mahkum ettirmekle amacın hasıl olduğu düşünülmektedir. AİHM. İse; bu şekilde hukuku zorlayarak biraz da fantastik uygulamalar yaparak, mahkemeyi kazanç kapısı olarak gören veya Türkiye’yi sıkıştırma amacı güdenleri tahrik etmektedir. Bu haksız tahrik ise kendisine dosya olarak dönmekte ve işe boğulmaktadır.
VI. KAYNAKÇA
- ERGÜL Ergin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, Yargı Yayınevi, Ankara 2003, s.41, 42, 43.
- GÖZÜBÜYÜK Şeref; GÖLCÜKLÜ Feyyaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Uygulaması, Turhan Kitabevi, 7. Bası, Ankara 2008, s.62.
- TEZCAN Durmuş; ERDEM Mustafa Ruhan; SANCAKTAR Oğuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Adalet Bakanlığı, Ankara 2004, s.60.
[1] Davanın konusu ve tüm safhası aşağıdaki adresten indirilen karardan alınmıştır:
www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/aihm+kliste.asp (07.12.2009)
[2] Mahkemenin aynı konulu birden fazla kararı mevcut olup, AİHM kararına konu olan İrfan TEMEL dosyası incelemeye esas alınmıştır.
[3] Kararın indirildiği internet sayfasından davacıların listesi alınamamıştır.
[4] GÖZÜBÜYÜK Şeref; GÖLCÜKLÜ Feyyaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Uygulaması, Turhan Kitabevi, 7. Bası, Ankara 2008, s.62.
[5] TEZCAN Durmuş; ERDEM Mustafa Ruhan; SANCAKTAR Oğuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Adalet Bakanlığı, Ankara 2004, s.60.
[6] GÖZÜBÜYÜK; GÖLCÜKLÜ, age, s.64.
[7] GÖZÜBÜYÜK; GÖLCÜKLÜ, age, s.65.
[8] ERGÜL Ergin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uygulaması, Yargı Yayınevi, Ankara 2003, s.41, 42, 43.
[9] GÖZÜBÜYÜK; GÖLCÜKLÜ, age, s.73.
[10] GÖZÜBÜYÜK; GÖLCÜKLÜ, age, s.73.