4483 SK.DA KARARLARIN KESİNLİĞİ
NOT:Bu makale TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ DERGİSİ nin 120.sayısında ve
MAHALLİ İDARELER DERGİSİ nin 196. sayısında yayımlanmıştır
MEMURUN MUHAKEMATINDA (4483) KARARLARIN KESİNLİĞİ
- GİRİŞ VE AMAÇ
- MEMUR YARGILAMASININ (4483) HUKUKİ NİTELİĞİ
- a) KARAR MERCİİNE KADARKİ SAFHA
- b) İTİRAZ MERCİİ SAFHASI
- HUKUKUMUZDA KARARLARIN KESİNLİĞİ
- KARARLARIN KESİNLİĞİNİN ANAYASA VE HUKUKA UYGUNMU
- SONUÇ VE ÖNERİ
-1-
1) GİRİŞ VE AMAÇ :
Memurların yargılanma usulünü düzenleyen 4483 sayılı yasa pek çok usulü eksiklikler içermekte olup, anılan eksiklikler mahkeme kararlarıyla doldurulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda da malesef çok başlılık olduğundan uygulama birliği oluşamamaktadır. Çünkü, bu konuda Danıştay 1. Dairesi, 27 tane Bölge İdare Mahkemeleri ve Yargıtay Ceza dairelerince birbirinden farklı kararlar verilebilmekte olup, bu farklılıkları giderecek bir mekanizma bulunmamaktadır. Örneğin aynı yargı kolunda olmasına rağmen, Bölge İdare Mahkemelerinin birbirleriyle veya Danıştay 1. Dairesi ile çelişen kararların düzeltme olanağı dahi bulunmamaktadır. Hatta kararların kesinliği sebebiyle Danıştay 1. dairesinin veya bir Bölge İdare Mahkemesinin kendi hatalı kararını dahi düzeltme olanağı bulunmamaktadır. Görev esnasında hatalı bilgi belgeye dayalı kararların verilmesi bilinen mesleki kazalar olup, usul yasalarında bunun telafisi için mekanizmalar geliştirilmiştir. (İtiraz, temyiz,karar düzeltme, kanun yararına bozma gibi) oysa 4483 sayılı yasada ve bazı itiraza tabi idari ceza öngören yasalarda bu mekanizmaya yer verilmeyip kararların kesin olduğu hükme bağlanmıştır.
Bu hüküm sebebiyle çok bariz hatalı kararların kesinleşip infaz edildiği hem bizzat gözlemlenmiş hem meslektaşlardan duyulmuştur.
Gerek bu hataların oluşum sürecinin aydınlatılması gerek çözüm önerisi getirilerek hukuk kamuoyunun konuya dikkatinin çekilmesi amaçlanmıştır.
2)MEMUR YARGILAMASININ (4483) HUKUKİ NİTELİĞİ :
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan yargılanma usulünü düzenlemektedir. Burada kastedilen yargılanma cezai yönden olup, yargılanma öncesi uygulanan bu prosedür, ceza hukukunun bir parçası mıdır disiplin hukukunun (idare hukukunun ) bir parçası mıdır hususu tartışmalıdır. İhbar ve şikayet faslından savcılığa intikal ettiği ana kadarki safhayı genel olarak ikiye ayırıp, ceza hukuku ile idare hukukunun karması bir sistem olduğu söylenebilir.
- a) KARAR MERCİİNE KADARKİ SAFHA :
Bu safhada, ihbar ve şikayetlerin değerlendirilmesi soruşturmacı atanması, soruşturma usulü ve raporun karar merciine sunulup karar verilme usul ve şekli düzenlenmiştir ve tamamı idari niteliktedir. Örneğin bu safhada görev alanların tümü idari hiyerarşi içinde yer almakta olup karar merciinin sistem dışında verdiği bazı kararların (işleme koymama, karar vermeme, arşive kaldırma gibi) idari davaya konu olacağına dair Danıştay kararları mevcuttur. (Danıştay 1. Daire 28.03.2006 gün ve E:2006/7 K:2006/217)
Bu kararlar tartışmalı olup, muhakemat prosedürüne tabi olan bir konuda idari yargı usulünün işletilemeyeceğinin düşünmekle birlikte bu sonuç ta 4483 sayılı yasanın yetersizliğinden ortaya çıkan zorunlu bir neticedir. Çünki yasa, bir çok zorunlu usul hükmüne yer vermeyip, genel yargılama usulü yasalarına da gönderme yapmamaktadır.
b)İTİRAZ MERCİİ SAFHASI :
Yasanın 9. maddesinde, kararın niteliğine göre itiraz mercii olarak Danıştay ve Bölge İdare Mahkemeleri öngörülmüştür. Her iki kurum da; Anayasada kaynağı olan idari yargı kolu içinde yer alan, mensupları hakim güvencesine sahip, meslekten hakimlerden
-2-
oluşan yargı yerleridir. Dolayısıyla, bu safhanın tartışmasız yargı prosedürüne tabi safha olarak kabulü gerekmektedir.
Yasanın 9/4. maddesi, itiraz üzerine karar verme usulünü tarif ettikten sonra, “itiraz üzerine verilen kararlar kesindir” hükmüne yer vermiştir. İşte bu noktada, tartışmasız yargı organı olan Danıştay ve Bölge İdare Mahkemelerinin, bu yasa uygulamasındaki sıfatlarının ne olduğunun netleştirilmesi gerekmektedir. Doğal sıfatları olan mahkeme sıfatları ile mi görev yapmaktadırlar? Yoksa mahkeme oluşumunu koruyarak özel bir sıfatla; itiraz mercii sıfatıyla mı görev yapmaktadırlar? Bu husus ayrı bir yazı ve tartışma konusu olmakla birlikte, esas konunun izahına yardımcı olması için kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
4483 sayılı yasadan önce yürürlükte olan 1913 tarihli muvakkat kanunda; karar ve itiraz mercii ağırlık olarak idari mekanizma içinde yer almakta idi. (Danıştay’la birlikte il ve ilçe idare kurulları) Bu sistem, ağırlıklı olarak idari mekanizmaya dayanıp suçlananların bazen lehine bazen aleyhine kullanılmaya müsait olduğundan 4483 sayılı yasa ile itiraz mercii olarak tamamen yargı yerleri belirlenerek bu mahsur aşılmak istenmiştir. İtiraz merci olarak Danıştay ve Bölge İdare Mahkemelerinin belirlenmesinin asıl hikmeti; bağımsız yargı organı olmalarıdır. 4483 sayılı yasada, “Danıştay ve Bölge İdare Mahkemesi” sıfatları aynen korunmuş ve bu konuda karar verirken heyet teşekkülü ve karar verme şekilleri yönünden özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Hal böyle olunca, Danıştay ve Bölge İdare Mahkemelerinin 4483 sayılı yasa uygulanmasında mahkeme sıfatıyla hareket etmediğini söylemek olanaklı değildir. Yasada “İtiraz” kelimesinin kullanılmış olması da bu iki kurumun mahkeme sıfatını ortadan kaldırmaz. Çünki pek çok yasada para cezalarına karşı “………idare mahkemesine itiraz edilir.” Hükmü mevcut olup, burada itiraz dava olarak kabul edilmekte ve idare mahkemesinin mahkeme sıfatı ortadan kalkmamaktadır.
Bizim görüşümüz bu olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi bunun aksine bir karar vermiştir. Mahkememiz, 4483 sayılı yasa uyarınca verdiği ve “itirazın süre yönünden reddine” dair bir kararında (haklı olarak ) karar düzeltme istenmiş olup, “itiraz üzerine verilen kararlar kesindir” hükmünü bu talep üzerine Anayasa Mahkemesine götürülmüştür. (Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 15.11.2006 gün E:2006/146 sayılı kararı)
Anılan müracaatımız AYM’nin 27.12.2006 gün ve E:2006/163 K:2006/121 sayılı kararı ile “yetki yönünden” reddedilmiştir. Henüz gerekçeli karar gelmemiş olmakla birlikte anılan gerekçenin “4483 sayılı yasada Bölge İdare Mahkemesi”nin karar verirken mahkeme sıfatıyla değil, itiraz mercii sıfatıyla hareket ettiği, Anayasa gereği AYM’ne mahkeme sıfatıyla görev yaparken itiraz edilebileceği” şeklinde olduğu haricen öğrenilmiştir. Bu karar, yukarıda da açıklandığı üzere tartışılır olup, muhakemat prosedüründe tıkanıklığa yol açacaktır. Çünkü bu durumda, 4483 sayılı yasanın aksayan ve Anayasaya aykırı olan hiçbir hükmü itirazen AYM’ne götürülmeyecektir. Ceza Mahkemelerinin götürebildiği maddeleri ise, uyguladıkları yasa hükümleriyle sınırlı olacaktır. Danıştay ve Bölge İdare Mahkemesi tarafından kusurlu veya kusursuz, şu veya bu sebeple yapılan hataların ve hatalı kararların düzeltilmesi olanağı olmayıp, haksız uygulamalar göz göre göre kesinleşecektir. Nitekim, AYM’ne müracaat ettiğimiz ihtilafta, mahkememiz idarece sunulan belgelerden hareketle itirazı süre yönünden reddetmiş, bilahare suçlanan; “valiliğe 10. gün müracaat ettiğini valinin havaleyi 11. gün yapması sebebiyle itirazının süresinde görülmediğini” delillendirmiştir. Bu delil durumuna göre itiraz süresinde olup kararımızın düzeltilmesi gerekirken, buna cevaz vermeyen 9. madde AYM’ne götürülmüştür. AYM’ce müracaatımızın yetki yönünden reddi sonucu, hatalı kararın düzeltilme olanağı kalmamıştır.
-3-
2) HUKUKUMUZDA KARARLARIN KESİNLİĞİ:
Hukukumuzda pek çok kanunda, işlemlere karşı mahkemelere itiraz yolu düzenlenmiş ve “itiraz üzerine verilen kararların kesin” olduğu hükmüne yer verilmiştir. (4854 SK. 5. Maddesi ile pek çok kanunda değişiklik yapılarak, kararların kesin olduğu hükmü ilave edilmiştir.)
Bu kanunların bazıları şunlardır:
-Telgraf ve Telefon Kanunu 28. Md.
-Sıcak ve soğuk maden sularının istismarı ile Kaplıcalar tesisatı hakkında Kanunun ek 2. Md.
-Ecza Ticarethaneleri ile sanat ve Ziraat İşlerine kullanılan zehirli ve Müessir Kimyevi maddelerin satıldığı Dükkanlara Mahsus Kanunun 21. Md.
-Tababet ve Şuabatı Sanatların Tarzı İcrasına Dair Kanunun 70. Md.
-İspençiyarı ve Tıbbi Müstehzarlar Kanunun 20. Md.
-Umumi Hıfzısıhha Kanunun 294. Md.
– Hususi Hastaneler Kanunun 45. Md.
-Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanununun 10. Md.
-Pamuk Islahı Kanununun 7. Md.
-Radyoloji, Radiyocu, ve Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanunun 14. Md.
-Milli Piyango Teşkilatına Dair Kanunun 13. Md.
-Gözlükçülük Hakkında Kanunun 16. Md.
-Posta Kanunun 59. Md.
-Yabancıların Türkiye de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunun 24. Md.
-Türk Tabipler Birliği Kanunun ek 1. Md.
-Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanunun 45. Md.
-Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrası ………… Kanunun 72. Md.
-Hemşirelik Kanunun 11. Md.
Bu sayılanlar dışında tespit ettiğimiz ancak konuyu dağıtmamak için yazmadığımız 22 kanunda daha bu hükme yer verilmiştir.
İtiraz üzerine yargı yerlerince verilen kararların kesinliği ilkesinin sadece idari yargı görev alanıyla ilgili olmayıp, sulh ceza mahkemelerinin görev alanıyla ilgili bazı hallerde de benzer ilkeye yer verildiği bilinmektedir. (Örneğin 1608 sayılı yasanın 4. Md. 2918 sayılı yasanın 114 ve 115 maddeleri, 3194 sayılı yasanın 42. maddesi ile 506 sayılı yasanın 140. maddesinin AYM’nin iptalinden önceki hali)
Bu anlatılanlar sonucu, özellikle son 4-5. yılda getirilen değişikliklerle, İtiraz üzerine mahkemelerce verilen kararların kesin olması ilkesinin (basit cezalarda) yaygınlaştırıldığını tespit ediyoruz. Bu anlatılanlardan çıkarılması gereken bir başka sonuç ise; bir mahkemenin bir işleme itirazen bakması, dava yerine itiraz tabirinin kullanması ve verdiği kararın kesin olması; mahkeme sıfatını ortana kaldırmamaktadır. Bu sebeple Danıştay ve Bölge İdare Mahkemeleri 4483 sayılı yasa uyarınca verilen kararlara itirazen bakarken mahkeme sıfatların koruyarak bakmakta olup, AYM’nin yukarıda anılan kararının hukuka uygun olmadığı soncu çıkmaktadır.
3)KARARLARIN KESİNLİĞİNİN ANAYASA VE HUKUKA UYGUNLUĞU :
Yukarıda da belirtildiği üzere “kararların kesinliği “ sadece 4483 sayılı yasada değil, idare mahkemeleri ve sulh ceza mahkemelerinin görev alanlarına giren pek çok konuda da geçerlidir. Bu sebeple, mahkeme kararlarının kesinliğinin özelde 4483 sayılı yasa genelde de kısaca adli ve idari yargıda Anayasa ve hukuka uygunluk yönünden değerlendirmek gerekir.
-4-
Anayasanın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” hükmüne yer verilmektedir. Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekte kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan Devlettir. Hukuk devleti ilkesi, Devletin tüm organlarının üstünde hukukun mutlak egemenliğinin bulunmasını, yasa koyucunun da her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile kendisini bağlı saymasını gerektirir. Bu bağlamda Yasa koyucunun yasal düzenlemeler yaparken ki takdiri, sınırsız ve keyfi olmayıp, Hukuk Devleti ilkeleriyle sınırlıdır.
Hukuk Devletinin unsurları doktirinde belirlenmiş olup, bunlardan, konuyla ilgili olan bir tanesi “Hukuki Güvenlik” ilkesidir. (Doç.Dr.Bahtiyar Akyıldız İdare Hukuku 2003) Hukuki güvenlik, Devlet faaliyetlerinin önceden tahmin edilebilir, öngörülebilir olmasını gerektirir. Bu sebeble Devlet faaliyetleri önceden hukuk kuralarıyla düzenlenmeli ve mümkün olduğunca “hukuki istikrar” sağlanmalıdır.
Bu ilkenin bir anlam kazanabilmesi için, o ülkede egemen olan hukukun yönetilenlere, devlete karşı da hukuk güvenliği sağlaması boyutunun da gerçekleşmesi gerektiği tartışmasızdır. Böylelikle devlet, toplum yaşamını düzenlerken ortaya koyduğu, kişilerde tam bir güven duygusu yaratacak, onlara hukuk kurallarının tam anlamıyla geçerdi olduğu ve toplumun bütün unsurlarıyla birlikte uyum içinde yürüdüğünü gösteren bir güven ortamı tesis edecektir. (Danıştay 11.Dairesinin 12.06.1995 gün ve E:1995/1838, K:1995/1861)
Bunun yanında Anayasanın 36.maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercilerinde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa da hak arama hürriyeti olarak adlandırılan bu hakkın kapsamı, muhakkak ki, sadece, mahkemelere başvurma hakkından ibaret olmayıp “adil yargılama hakkı”nı da kapsamaktadır.
Adil yargılanma hakkı ise; kişilerin sadece mahkemelere başvurabilme hakkından ibaret olmayıp, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakkını da kapsamaktadır. Nitekim bu hak, Anayasamızın 90. maddesi delaletiyle iç hukukumuzun bir parçası sayılan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinde de düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin de referans norm olarak zaman zaman yer verdiği sözleşmenin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da genişletici şekilde yorumlandığı bilinmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1970 tarihli Delcourt-Belçika kararında “sözleşme anlamında demokratik bir toplumda, yargının iyi işlemesi öyle bir yer işgal ederki; 6/1. maddenin dar yorumu bu hükmün amaç ve konusuna uygun düşmez” gerekçesine yer vermiştir.
Bu bağlamda Anayasamızın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının da, genişletici yoruma tabi tutulup, sözleşmede olduğu gibi, “bağımsız ve tarafsız bir mahkemede hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakkını da” içerdiğini kabul etmek gerekir.
Bu değerlendirmeler ışığında “kararların kesinliği” ele alınacak olursa:4483 sayılı yasa uygulamasında, idari safha dediğimiz 1. safhada izin mercii olan idari birim tarafından ön inceleme yapılıp deliller toplanıp oluşan dosyaya göre karar
-5-
verilmekte ve taraflara tebligat yapılmaktadır. İtiraz hakkı olan taraflar 10 gün içinde itiraz ederse dosya itiraz merciine gönderilmektedir. Yasadaki eksikliklerden birisi bu aşamada
çıkmaktadır. İtiraz dilekçesi nereye verilirse süre kesilir? Yasada bu konuda açık bir hüküm olmadığı gibi genel usul yasalarına da gönderme yapılmamıştır. İdari yargılama usulü yasasının kendiliğinden geçerli olduğu da söylenemez. Çünkü 2577 sayılı yasa gargılama usulüne ilişkin olup 4483 sayılı yasa bu sürece tabi olmadığı gibi AYM’ tarafından mahkeme sıfatı da kabul edilmemektedir. Uygulamada ise: karar merciine, direk itiraz merciine veya itiraz merciine dilekçe gönderme yetkisi olan mahkemelere dilekçenin verildiği tarih süreyi kesen başvuru olarak kabul edilmektedir.
İdareler itiraz merciine dosyayı gönderdikten sonra 3 ay içinde karar verme zorunluluğu olduğu için ara karar yoluna başvurulmamakta ve tereddüt halinde esas kaydı kapatılarak idareye dosya iade edilmektedir. Aksi takdirde yasanın 3 ayla ilgili amir hükmünü ihlal etme durumuna düşülebilir. Açık eksiklik veya tereddüt yok ise doysa üzerinde yapılan incelemeye göre karar verilmektedir. Bu aşamada, idarenin eksik veya yanlış belge göndermesi, kalem tarafından veya hakim tarafından yanlış algılama gibi sebeplerle gerek maddi bilgilerde gerekse hüküm fıkrasında yanlışlıklar yapılabilmektedir. Zaten bu tür yanlışlıklar hesaba katılarak, yargılama usulünde maddi hata düzeltme, tavzih ve karar düzeltme müesseseleri öngörülmüştür. Oysa gerek 4483 sayılı yasa uyarınca Bölge İdare Mahkemesinin gerek yukarda bahsettiğimiz yasalar uyarınca idare mahkemeleri ve sulh ceza mahkemelerinin verdiği kararlar kesindir. Bu “kesinlik” geniş bir yorumla, maddi hata düzeltme ve tavzih için engel görülmeyebilir. Nitekim Danıştay 2. dairesince maddi hata düzeltme kararları verildiği görülmektedir. Ancak hatalı bilgi ve belge sebebiyle yanlış hüküm kurulması halinde, mahkemelerce bu hatanın düzeltilme olanağı bulunmamaktadır. Bu ise, hataya dayalı yanlış hükmün göz göre göre infazı soncunu doğurmaktadır. Mahkemenin de kabul edip, düzeltmek istediği hatasını, “kesinlik” ilkesi sebebiyle düzeltilmemesi ise yukarıda anılan Anayasanın “Hukuk Devleti” ve “Adil Yargılanma Hakkı” ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Bu hükmün Anayasaya aykırılığını ileri sürebilecek tek merci Danıştay ve Bölge İdare Mahkemeleri olup, AYM tarafından bu yol kapatılmış bulunmaktadır.
Bu sakıncalar ve Anayasaya aykırılık durumu elbette hukukumuzdaki diğer yasalar ve yargı yerleri içinde geçerlidir. (İdare mahkemeleri ve sulh ceza mahkemelerinin kesin kararları)
4)SONUÇ VE KANAAT : Bu aksaklığın giderilmesi için neler yapılabilir:
A)Öncelikle, kesinliğin, yeni itiraz ve temyiz yolları öngörmemesi olarak yorumlanması ancak, mahkemenin kendi kararını tekrar gözden geçirip düzeltme olanağı tanıması için hükmün yeniden düzenlenmesi gerekir. Böylelikle mahkeme en azından, yanlış bilgi-belgeye dayalı kararını tekrar gözden geçirip karar düzeltme müessesesini işleterek hatalı hükümlerin kesinleşmesi önlenebilir. Bu aşamada ihtiyaten bir önceki karara katılanlardan farklı bir heyet oluşturma koşulu getirilebilir.
B)Yasanın yarattığı, hukuk devleti ilkesi ve adil yargılanma hakkını ihlal eden neticeyi değiştirmek mevcut pozitif hukuk çerçevesinde olanaklı olamaz mı?
a-Bu konuda bir öneri şu şekilde ifade edilebilir: yasada kastedilen “kesinlik itiraz ve temyiz yolunun kapalı olması anlamındadır. Karar düzeltme ise tüm usul yasalarında alan, hukukun genel ilkelerindendir. 4483 sayılı yasa karar düzeltme yolunu yasaklamamaktadır. Bu sebeple hatalı bilgi belgeye dayanılarak kararlar düzeltilebilir. Bu görüşün sakıncası ise; öncelikle kanun koyucunun öngörmediği bir müesseseyi hakimin kullanmasının kuvvetler ayrılığı ilkesiyle bağdaşmamasıdır. Ayrıca, hatalı kararın düzeltilmesinin sınırları belli olmadığından işin sonu keyfi karar değiştirmeye varabilir.
-6-
b-Bir diğer önerisi ise: AY’nın 36. maddesi ve 90. maddesi delaletiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi dikkate alınarak karar verilebilir. Buna göre, 4483 sayılı yasanın 9. maddesinin değiştirilmesine gerek bulunmamaktadır. Çünki, AY’nin 36. maddesinde öngörülen “Adil Yargılanma Hakkı” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de düzenlenmiştir.
AY’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre “…………. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bu durumda, 4483 sayılı yasanın 9/4. maddesinde düzenlenen “itiraz üzerine verilen kararların kesinliği” ilkesi AY’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesiyle çelişmektedir. Bu durumda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama ilkesi gereği 4483 sayılı kanunun 9/4. maddesi uygulanmayarak, hatalı kararın düzeltilmesi yolunda karar verilebilmelidir.
Bu çözüm gerçekten hem yasanın kendinden kaynaklanan tıkanıklığı aşmaya yardımcı olacak hem de hakkaniyete ve Anayasal ilkelere aykırı bir uygulamayı ortadan kaldıracaktır. Ancak pozitivist hukukçuların bu uygulamayı yasa koyucunun yerine geçmek ve kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal etmek olarak yorumlayabileceklerini düşünmekteyim.
Osman ERMUMCU
Bölge İdare Mahkemesi Başkanı
MALATYA